Geçen hafta bu köşede tanıtımını yaptığım roman “Go Oyuncusu”, Çin’in Japonya tarafından işgalini ülkenin kuzeyindeki Mançurya’dan manzaralarla anlatıyordu. Fransa’da yaşayan Çinli yazar Shan Sa’nın eseri, 16 yaşındaki Çinli bir kız ile bir Japon subayını Go tahtasının başında buluşturuyor ve okuru direnişin de yer aldığı bir yolculuğa çıkarıyordu. Bu hafta söz edeceğim roman ise gene Japon işgaline ve işgale karşı direniş savaşına da odaklanan, İngiliz edebiyatının günümüzdeki önemli temsilcilerinden Japon asıllı Kazuo Ishiguro’nun kaleminden çıkan “Öksüzlüğümüz” (Çev: Yasemin Ortwein, Yapı Kredi Yay. 7. Baskı, 2024).

Kazuo Ishiguro, Türkiye’de de hayli geniş bir hayran kitlesi bulunan ilginç bir yazar. 1954 Nagasaki doğumlu. Beş yaşındayken babasının işi dolayısıyla İngiltere’ye geliyor ve eğitimini bu ülkede tamamlıyor. İngilizce ve felsefe eğitimi alan Kazuo Ishiguro, ilk öykülerinin yayımlandığı 1981’den bu yana sadece yazarlık yapıyor.

“Beni Asla Bırakma”, “Avunamayanlar”, “Uzak Tepeler”, “Gömülü Dev”, “Günden Kalanlar” (sinemaya aktarıldı) gibi eserleri de Türkçeye çevrilen yazarın İngiltere’de 2000 yılında yayımlanan romanı “Öksüzlüğümüz”, polisiye ögeler taşıyan ama asıl olarak belleğin, kimliğin ve öznel gerçekliğin sorgulandığı bir anlatı. 370 sayfalık romanın, İngiliz, Çin, Japon kültürlerinden beslenen çok kültürlü bir yapısının olduğunu da peşinen belirteyim. Geçmiş ile bugünün iç içe geçtiği, bir trajedi çerçevesinde ilerleyen, Batı ile Doğu kültürlerini karşı karşıya getiren bir roman var karşımızda.

Shanghai’da kaybolan anne-baba

Romanın başkahramanı Christopher Banks, 1930’ların Londra’sında ünlü bir dedektiftir. Onun hayatını şekillendiren olay ise, 1900’lerin başında çocukken Shanghai’da yaşadığı trajedi, önce babasının sonra annesinin gizemli biçimde ortadan kaybolması ve Christopher’ın İngiltere’ye dönmek zorunda kalmasıdır. Yıllar sonra ebeveynlerinin izini sürmek için Shanghai’da dönen genç adam, İngiltere’deyken tanıştığı bir kadın, çocukluk arkadaşı Akira, işgalci Japonlar ve işgale direnen Çinliler dörtgeninde tehlikeli bir serüvene atılır. Serüven ilerledikçe, Christopher’ın anılarına bağlılığı, kendi bakış açısının güvenilirliği ve geçmişin izlerinin bugüne etkisi sorgulanmaya başlar.

İngiltere’deki zoraki yaşamından pek hoşnut olmayan ve çocukluk döneminde Shanghai’daki mutlu günleri özleyen Dedektif Banks, Doğu ve Batı kültürleri arasında sıkışmış bireyi temsil ediyor. İngilizlerin ve diğer Batılıların Çin’deki varlığı, Batılıların Shanghai’daki İmtiyaz Bölgesi-Uluslararası Yerleşim’deki yaşam ve bu ortamda büyüyen bir çocuğun zihinsel dünyası, emperyalizmin Çin’i afyon ticareti aracılığıyla kişiliksizleştirmesi ve savaş, romanın belli başlı temalarını oluşturuyor.

Büyük Afyon Ejderhası’na karşı

1930 yılında başlayıp 1958’e dek açılan “Öksüzlüğümüz”, Christopher’ın “Annemin Çin’deki Büyük Afyon Ejderhası’nın azılı düşmanı olarak her yerde tanınan ve takdir edilen biri olduğuna dair inancı çocukluğum boyunca taşıdım” şeklindeki sözlerinden de anlaşılacağı üzere, Batılı büyük şirketlerin ve Çinli savaş ağalarının nasırına basan bir boyut da içeriyor.

Komünistlerden, Kuomintang’tan, Çang Kay-şek’ten de bolca söz eden Kazuo Ishiguro, yaklaşmakta olan dünya savaşına dair de pek çok vurguda bulunuyor. İngilizlerin, Amerikalıların, Fransızların, Japonların bulunduğu Shanghai’dan şöyle söz ediliyor örneğin: “Fırtınanın gözünün Avrupa’da değil, Uzakdoğu’da olduğunu herkesten iyi siz biliyorsunuz. Tam adresini vermek gerekirse, Shanghai’da olduğunu. Bir zamanlar sadece oraya özgü olan bir sorunun iltihaplanmasına ve büyümesine göz yumuldu. Zehrinin yıllardır daha uzaklara, dünyaya, tam da bizim medeniyetimizin içine yayılmasına.”

Doğu’yu medenileştirme bahanesi

Christopher’in geçmiş ile bugün arasındaki yolculuğu, “Geçmişi düzeltmek bugünü kurtarabilir mi?” sorusuna verilen yanıtlar eşliğinde sürerken, “Hatırlamak dediğimiz şey, belki de yalnızca hatırlamayı arzuladığımız şeydir” de hükmünü yürütüyor. Bunun gibi Shanghai da başlı başına bir rol üstleniyor “Öksüzlüğümüz”de. Romantik anılardaki Shanghai ile çatışma, kaos ve işgalin Shanghai’ı, sokaklarında çatışmaların, kaçırmaların, ölümün, açlık ve sefaletin kol gezdiği Shanghai, çocukluk cenneti ile yetişkinliğin cehennemi gibi sunuluyor. 1920-30’ların Shanghai’ndaki İngiliz sömürge toplumunun içe kapalı dünyası da Ishiguro’nun sayfalarında çok etkileyici biçimde aktarılıyor. Christopher’ın savaş alanında yıkıntılar arasında annesinin ve babasının bulunduklarını düşündüğü evi araması, gerçekçi fırça darbeleriyle çiziliyor.

1937’deki Shanghai Savaşı, Batılı güçlerin bencil pasifliği, İngilizlerin “Doğu’yu medenileştirme” bahanesiyle yarattığı yaşam tarzını başarılı bir biçimde işleyen “Öksüzlüğümüz”ün şu satırları dikkat çekici:

“Burada, bir başka deyişle, medeni dünyanın tamamını yutmaya hazırlanan bir kasırganın tam göbeğinde, rezil kepaze bir inkar hali vardı. Bu durum, artık kendi aleyhine işleyen ve tadı kaçmış bir mesuliyet inkarıydı ve sık sık karşılaştığım gibi, kendini züppece bir savunma şeklinde gösteriyordu. Ve işte şimdi, Shanghai’ın sözde seçkinleri, kanalın karşısındaki Çinli komşularının ıstırabına aşağılamayla yaklaşıyorlardı.”

“Öksüzlüğümüz”, 1937’nin ateş hattındaki Shanghai’ı merak eden edebiyatseverler için iyi bir yaz seçeneği.