Yapay zekâ, en amatör internet kullanıcısının bile hayatına hızlı bir giriş yaptı ve en basitinden “Google”ın tahtını yıktı. Artık elimizin altında, her şeyi sorup yanıtını alabileceğimiz, elbette yanılma payını hesaba katmamız gereken, işleri kolaylaştıran ve gayet kibar bir dil tutturan, insanlığa hizmet etmeyi görev bilen yardımcı bir dostumuz, bir bilgi depomuz var. Sanattan hukuka, ekonomiden musluk tamirine açılan yelpazede, insanın kontrolünde gelişen önlenemez bir süreç söz konusu.

Bu süreçte yapay zekâyı konu edinen edebiyat eserleri ve filmlerin sayısındaki artış da dikkat çekici. İlginç olan nokta ise özellikle ABD ve Avrupa’dan gelen örneklerin yapay zekâyı insanlığı tehdit edici, korkutucu, her an kontrolden çıkabilecek bir güç olarak göstermeye çalışması. Bunun son örneği, Türkiye sinemalarında gösterimi sürmekte olan, Fransız yönetmen Yann Gozlan’ın imzasını taşıyan “Dalloway”. Bir sanatçının asistanı olan Dalloway adlı yapay zekâ uygulamasının kontrolden çıkışını ve tehditkâr bir hal almasını anlatan film, Batılı çağdaş bilimkurgu sinemasının “yeni teknolojilerden” korku duymasını çok net biçimde gösteriyor. Buna karşılık yapay zekâya olumlu yaklaşan örnekler ise başta Çin olmak üzere Doğulu sanatçılardan geliyor. “Dalloway”i izleyince zihnimde ister istemez tam tersi bir örnek sunan “Yang’dan Sonra”nın belirivermesi de doğal aslında.

Güney Koreli yönetmen Kogonada’nın “Yang’dan Sonra” (After Yang) filmi şaşırtıcı biçimde 2022’nin kendisinden çok söz edilen ve beğeni toplayan yapımlarından biri olmuştu. Şaşırtıcı, çünkü film son derece sakin bir anlatıma sahip, kamera genellikle sabit kalıyor, öykü kâğıt üzerinde hiçbir heyecan ve gerilim noktası içermiyor, ayrıca Colin Farrell dışında tanınmış oyuncu yok. Yani sinemaseverleri hop oturtup hop kaldıracak bir film değildi. Olumsuz gibi görünen bu özelliklerine rağmen derin duygusallık içeren, beyazperdedeki yapay zekâ öykülerine parlak bir halka ekleyen, Çin kültürüne dönük vurgularıyla dikkat çeken, mesajını gayet anlaşılır biçimde ileten bir film vardı karşımızda.

“Yang’dan Sonra”, tarihsiz yakın gelecekte, belirsiz ülkede geçen bir aile öyküsü anlatıyor. İlk sahnelerden hemen anlaşılacağı gibi, oldukça sıra dışı bir aile bu. Beyaz erkek Jake (Colin Farrell), siyahi kadın Kyra (Jodie Turner-Smith) ve evlat edindikleri Çinli kız çocuğu Mika (Malea Emma Tjandrawidjaja) ile Mika’ya ağabeylik-bakıcılık etsin diye satın aldıkları yapay zekâlı robot-android Yang’dan (Justin H. Min) oluşan bir aile söz konusu. Öykü, “Robo-Sapiens” olarak tanımlanan Yang’a, daha doğrusu onun arızalanıp bir tür bitkisel hayata girmesine ve kurtarılma çabalarına odaklı. Bu süreçte, Yang’ın anıları ortaya çıkıyor, bir androidi iç dünyasıyla, “duygularıyla”, arkadaşlarıyla ve Mika’yla karşılıklı sevgisi ekseninde tanıyoruz.

AĞAÇLARIN AŞILANMASI GİBİ

Çinli bir android olan Yang’ın aileye katılışının nedeni, “Mika’yı Çin kültürüne bağlamak” olarak açıklanıyor filmde. Geçmişleri hakkında bilgi sahibi olmadığımız Jake ve Kyra, Çinli evlatlıkları Mika’nın Yang’la ve dolayısıyla Çin kültürüyle, tıpkı “ağaçların aşılanması gibi” bir bağlantı içinde olmasını istemişler. Filmin bir sahnesinde Mika’nın aniden Çince konuşmaya başlaması, köklerinin ne derece güçlü olduğunu gösteriyor. Jake’in bir çay dükkânı işletmesi de burada bir araç olarak devreye giriyor. Jake ve Yang arasındaki çay kültürü sohbeti, Yang’ın “Keşke Çin’de gerçek bir çay anım olsaydı” demesi, bu kadim uygarlığın kültürel kodlarının geleceğin dünyasında da geçerli olacağının işaretlerini veriyor. Çin uygarlığının, gelecekte karma bir kültürde de etkileyiciliğini koruyacağının, değişmeden dünyaya yayılacağının ve hatta bu aile özelinde gördüğümüz gibi özenle korunacağının altını incelikle çiziyor Kogonada.

ASYALILIK NEDİR?

Filmde Yang’ın kelebek koleksiyonu aracılığıyla da Çin sanatına ve felsefesine saptamalar yapılıyor. Ülkede 1800’lerin ortalarında önem kazanan kelebek sanatı ve Lao Tzu’nun “Tırtılın sonu denilen şeye, dünyanın geri kalanı kelebek diyor” sözü, Yang’ın durumuyla birlikte yaşanan son ve başlangıç ilişkisine parmak basıyor. Yang’ın anılarından çıkıp gelen yakın arkadaşı ise Robo-Sapiens’lerin de bir kimlik sorunu olduğuna şöyle dikkat çekiyor:

“Çinli olup olmadığını sordu. Birini Asyalı yapan şey nedir… Bunu hep sorardı. Belki de Mika’nın Çinli olmanın ne demek olduğunu anlamasına yardım etmek istemiştir. Kendisini küçük kız kardeşine adamıştı.”

Mika rolündeki küçük oyuncunun tüm sevimliliğine eşlik eden hüznüyle büyük değer kazanan, teknolojinin gelecekte duyu ve duygularımızda daha çok sesleneceğini iddia eden “Yang’dan Sonra”, içine bolca insani davranış ve düşünüş katılmış, yapay zekâ olgusunu Hollywood’un alışılmış bakış açısının dışında ele alan iyi cinsten bir bilim-kurgu. Filmin uyarlandığı öyküde Alexander Weinstein imzasının bulunduğunu da belirteyim.