Çin’de polisiye edebiyat kendi içinde belirgin bir gelişme gösterirken, Batılı polisiye yazarlarının bu ülkeye ilgisi de dikkat çekici biçimde artıyor. İsveçli Henning Mankell’in “Pekin’den Gelen Adam”ı türün en iyi örneklerinden biri olmayı sürdürürken İngiliz Chris Mullin’in “Mao’yu Öldüreceksin”i, Kolombiyalı Santiago Gamboa’nın “Düzenbazlar”ı da kitaplıklarımızdaki saygın yerlerini koruyorlar. Bunlara şimdi İskoçyalı Peter May’in yazdıkları da eklendi. Yazarın Dilek Şendil’in çevirisiyle Alfa Yayınları’ndan çıkan üç kitabı (“Kundakçı”, “Dördüncü Kurban”, “Ölüm Odası”) kısa süre önce okurlarla buluştu.

Kundakçı

1951 Glasgow doğumlu olan Peter May, gazetecilikle başlayan meslek yaşamını yazarlıkla sürdüren isimlerden. Aynı zamanda özel dedektiflik de yapan May “Çin Polisiyeleri” adını verdiği toplam altı kitaplık roman dizisini yazma sürecinde birkaç kez Çin’i ziyaret etmiş, Beijing ve Shanghai’da emniyet güçleri ve cinayet masasının yanı sıra adli tıp kurumunun işleyişini de yakından incelemiş. Bu çalışmalarından ötürü Çin Polisiye Yazarlar Birliği tarafından ödüle layık görülen ilk Batılı yazar olan May’in 1999-2004 yılları arasında yayımladığı bu altı roman Avrupa ve ABD’de de hayli ilgi görmüş durumda.

Ritan Park’ta cinayet

Serinin ilk kitabı “Kundakçı”, deyim yerindeyse kan donduran bir sahneyle başlıyor. Sabahın erken saatlerinde bir bakıcı ikiz çocukları gezdirirken ünlü Ritan Park’ta yanmakta olan bir adamın cesedini görüyor ve olayların fitili böylece ateşleniyor. “Garip bir koku, diye aklından geçiriyor bakıcı, ateşte et yanıyor sanki. Derken yeşil pusun içinde kıpraşan alevleri fark edip kötü bir şeyler olacağını seziyor. Yine önden koşan çocuklar ağaçların arasında tozlu patikayı tırmanırken, onun bekleyin diyen sesini duymazlıktan geliyorlar” satırlarıyla başlayan ürpertici olaylar dizisi uzanıp gidiyor.

Aynı gün iki cinayet daha işleniyor ve üç olayda da cesetlerin yanında bir sigara izmariti bulunuyor. Dedektif Li Yan ve altı hafta sürecek bir eğitim çalışması için Beijing’e gelen Amerikalı adli patalog Margaret Campbell, önce zıt kutuplar gibi birbirlerini itseler de sonra birlikte zorlu bir mücadeleye girişiyorlar. İkili, kendileri de pek çok tehlike yaşayarak katilin peşine düşüyorlar, ucu yozlaşmış yöneticilere de uzanan kirli bir entrikayı çözmeye çalışıyorlar. Serüvende gerilim arttıkça Çinli dedektif ile Amerikalı adli patalog arasındaki duygusal bağ da güçleniyor, bu tür maceralarda alıştığımız üzere. Bir “Yangguizi” (Yabancı şeytan) olan kadın mesleki deneyimini konuştururken, Çin’i de tanımaya başlıyor. Başka bir Amerikalının dedikleri, Margaret Campbell’ın kulağına takılan ilk küpe oluyor:

“Üç S diye bir şey duydun mu hiç? Bu ülkede ayakta kalmak için edinmen gereken üç şeyi temsil eder. Sabır, Sabır, Sabır. Çinlilerin kendilerine göre iş görme yolları vardır. Bizlerden daha kötü ya da daha iyi yaptıklarını söylemiyorum. Sadece farklı yapıyorlar. Dünyaya bakışları tamamen farklı.”

Kurbanın kimliği düğüm noktası

Peter May, karakterlerine “Çinlilerle kıyaslandığında biz Amerikalılar tarihin yüzünde sadece bir sivilceyiz” dedirten kıyaslamalarla iki kültürü ve iki uzmanı karşılaştırırken Çin’in günlük gerçeklerine, Çinlilerin değerlerine de bolca yer vermiş. Beijing’i görmüş olanlar açısından Dostluk Oteli, Wangfujing Caddesi, Dongzhimen bölgesi, Hard Rock Cafe gibi tanıdık mekânlara da bolca uğrayan “Kundakçı”, 558 sayfa boyunca okurun heyecanını diri tutuyor.

Fazla ayrıntıya girmeden kısaca belirteyim ki “Kundakçı”da katilin kimliği kadar Tarım Bakanlığı’nda bir danışman olan ilk kurban Chao Heng’in kimliği ve genetiği değiştirilmiş pirinçle ilgili çalışmaları da önemli. Kitabın 455. sayfasından aktararak şu kadarını söylemekle yetineyim:

“Güç ve ayrıcalığı, ayrıca saklayacak bir şeyi olan birinin Chao Heng’i öldürdüğünü biliyoruz. Profesyonel bir katilin bu iş için kiralandığını, sırf soruşturmayı karartmak amacıyla tamamen masum iki kişiyi daha öldürdüğünü biliyoruz.”

Bir polisiye romandan beklenen her şeyi içeren, Çin’i ve Çinlileri ayrıntılı biçimde tanıtan “Kundakçı”, Peter May’in diğer romanlarını da merak ettiriyor haliyle. Okudukça, onları da tanıtacağım.

Tunca Arslan