İsrail’in Gazze’de doğrudan sivil halka yönelik katliamları akla doğrudan Nazileri getirirken, insanlık tarihinin yakın sayılabilecek geçmişindeki bir başka utanç sayfasının da 86. yıldönümü geldi geçti bu hafta. İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanacak toplu katliamların bir provasıymış gibi, Japon işgal ordusunun 1937’nin Aralık ayında Çin’in Nanjing kentinde gerçekleştirdiği katliamın yıldönümünden söz ediyorum. Birkaç haftada genç, yaşlı, kadın, çocuk ayırt edilmeden 300 bin sivilin ölümüyle, binlerce kadının tecavüze uğramasıyla sonuçlanan katliam süreci Çin-Japonya ilişkilerinde halen sorun olmayı sürdürürken, kanlı bir kara leke olarak da dünya tarihindeki varlığını koruyor.
Japonya’nın günümüz dünya edebiyatına en büyük armağanı olduğunu söyleyebileceğimiz Haruki Murakami’nin “Kumandanı Öldürmek” adlı romanı 2017’de yayımlandığında, ülkesinde tepkilere yol açmış, protestolarla karşılaşmıştı. Bir Murakami eserinin Japonya’da ilk kez bu kadar tepki çekmesinin tek nedeni ise Nanjing katliamına yaklaşımıydı.
JAPONYA YÜZLEŞMEKTEN HEP KAÇINDI
Japonlar, tarihin gördüğü en organize ve en kısa sürede en çok ölüme yol açan katliamlardan birine imza atmıştı Nanjing’de. Direnen Çinli askerlerle birlikte, çocukları ve kadınları da hedef alan emsalsiz bir nefret ve intikam operasyonuydu söz konusu olan. İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra, katliamdan sorumlu Japon subaylar uluslararası mahkemede yargılanarak ceza almış, bazıları idam edilmiş, bazıları da intihar etmişti. Kimi Japon aydınlar ve tarihçiler toplumlarına yönelik “vicdan muhasebesi” çağrısında bulunsalar da Japon devlet yöneticileri bu kanlı aynayla yüzleşmekten, özür dilemekten hep kaçındı.
Nanjing katliamına 848 sayfalık “Kumandanı Öldürmek”in son bölümlerinde değiniyor Murakami. Ölüm döşeğindeki yaşlı ressam Tomohiko Amada’nın geçmişi yavaş yavaş aydınlanmaya başlayınca, öğrenim için gittiği Viyana’da Nazilere direnen bir gençlik örgütüyle, Gestapo’nun işkenceleriyle ve kaybettiği arkadaşlarıyla ilgili gerçeklerden Japon ordusunda askerlik yapan kardeşine kadar bir dizi bilgi seriliyor önümüze:
“Tomohiko Amada’nın kardeşi muhtemelen savaşın yarattığı travmadan dolayı genç yaşta yaşamına son verdi. Nanjng katliamının ardından Japonya’ya dönüp askerlikten terhis olduktan hemen sonra.” (s. 667)
“Onun gördüğü kimdi acaba? Viyana’da suikast yapmayı planladıkları Nazi subayı mı? Nanjing’de kardeşine Japon kılıcını uzatıp üç Çinli tutuklunun başını kestiren genç subay mı? Ya da onların tümünü doğuran çok daha temel, şeytani bir şey mi?” (s. 676)
“AĞZA ALINMAYACAK ŞEYLER YAPTIK”
Murakami bu meseleyle Türkiye’de 2005’te yayımlanan romanı “Zemberekkuşu’nun Güncesi”nde de yüzleşmişti. Romanın “Teğmen Mamiya’nın uzun hikâyesi” başlıklı bölümlerinde, 1937-38 yıllarında Çin-Moğolistan sınırında ve Mançurya bölgesinde özel görevli bir Japon birliğinin Rus askerlerle çatışmalarını ve korkunç sonlarını sayfalar boyunca anlatan Murakami, Mamiya’nın ağzından şu vurguda bulunmuştu:
“İlkokuldan sonra okumamış ve meslekten iyi bir asker olan Hamano, bana Çin savaşını anlatırdı. Çin topraklarında sürüp giden ve hiç de yakında bitecek gibi görünmeyen karmaşık anlaşmazlık konusundaki kuşkularını açık açık söylerdi. ‘Ben askerim’ diyordu, ‘savaşmak da vatanım uğruna ölmek de beni tedirgin etmez. Savaşmak benim işim ama bizim burada yaptığımız, savaş değil Teğmenim. Düşmanla açık açık yüzleşilen dürüst bir savaş değil bu. Biz ilerliyoruz, düşman dövüşmeden çekiliyor. Bozguna uğratılmış Çin askerleri üniformalarını çıkarıp halkın arasına karışıyor ve biz de artık kim düşman kim değil bilemiyoruz. Ordudan kaçanları kovalıyoruz ama bunu yaparken suçsuz insanları öldürüyor, yiyecek çalıyoruz. Cephe ilerliyor ama ikmal gelmiyor ve biz de karnımızı doyurmak için hırsızlık yapmak zorunda kalıyoruz. Savaş tutsaklarını öldürüyoruz, çünkü onları doyurma olanağımız yok. Bu, iyi bir şey değil. Nanjing bölgesinde bazı berbat şeyler yaptık. Benim alayım da onlarca insanı kuyulara tıktı ve üzerlerine el bombaları attı. Ağza alınamayacak şeyler yaptık Teğmenim. Bu savaşta dürüstlük diye bir şey asla yok. Bir kıyım, hepsi bu.”
JAPON ORDUSUNUN İDAMLA EĞİTİMİ
Dilimize 2022’de çevrilen “Bir Kediyi Terk Etmek-Babam Hakkında”da Çin savaşına katılan babasının izini sürüyordu Haruki Murakami. Ulaştırma birliğinde görevli 20 yaşındaki babasının katliam günlerinde Nanjing’de olmadığını öğrenmek içini biraz rahatlatmıştı ama yine de bu kanlı savaşla ilgili şu notu düşmüştü:
“Babam adeta bir itiraf gibi sadece bir kere, birliğinin esir aldıkları Çinli askerlerden birini idam ettiğinden söz etmişti. Babam o idamın nasıl yapıldığını canlı bir şekilde anlatmıştı. Çinli asker öldürüleceğini bildiği halde ne şaşırmış ne de öfke belirtisi göstermiş; gözlerini kapatıp öylece beklemiş. Sonra kafası uçurulmuş. O Çinli askere hep derin bir saygı duymuştu (…) O dönemde acemi Japon askerlerini insan öldürmeye alıştırmak için, emirle, esir Çinli askerleri idam ettirmek alışılmadık bir şey değilmiş.” (s.50-51)
Aşırı sağcı gruplar, “Nobel almak için Çin’e dalkavukluk yapmakla” suçlasalar da Murakami, Japonya’nın Çin, Kore ve İkinci Dünya Savaşı sırasında işgal ettiği diğer ülkelerin halklarından özür dilemesi gerektiğini ısrarla vurgulayan ve bunu “Nobel almak” için değil, vicdanının sesine kulak verdiği için dile getiren bir yazar. Aksi olsaydı şimdiye kadar çoktan defalarca aday gösterildiği Nobel Edebiyat Ödülü’ne uzanmıştı emin olun ki.