13 Aralık 1937’de Japonya, Çin’i işgal etmek için büyük bir saldırı başlattı. Japon Ordusu, Çin’in başkenti olan Nanjing’i kuşattıktan sonra şehri ele geçirdi. Şehrin düşmesiyle birlikte Japon askerleri, yerel halka yönelik büyük bir katliama girişti. Katliam sırasında yaklaşık 300 bin kişiden fazla  kişinin öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Kurbanlar arasında sivil halk ve teslim olmuş Çinli askerler de bulunuyordu. İnsanlar toplu halde kurşuna dizildi, yakıldı, diri diri insanlar toprağa gömüldü. 80 bin  kadın, Japon askerleri tarafından tecavüze uğradı. Kurbanlar arasında genç kızlar, yaşlı kadınlar ve hatta hamile kadınlar da vardı. Tüm işgal boyunca büyük bir vahşet ve işkence yaşandı

Nanjing’deki olaylar sırasında şehirde bulunan yabancı diplomatlar ve misyonerler, yaşananları belgelediler ve uluslararası kamuoyuna duyurmaya çalıştılar. Ancak dünya o dönemde yaklaşan İkinci Dünya Savaşı’na odaklandığı için sınırlı tepki gösterildi. Aynı zamanda, Japonya o dönem dünyanın büyük güçlerinden birisiydi.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Nanjing Katliamı sorumluları Tokyo Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılandı. Bazı Japon generaller savaş suçlarından dolayı idam edildi. Ancak birçok faile ulaşmak mümkün olmadı. Japonya’da savaş suçlarının gömüldüğü yere Yasukuni mabedi  yapıldı. Bu mabet,  zamanla adeta kutsal bir yere dönüşerek ziyaretçi akınına uğradı. Özellikle politikacıların sık uğradıkları bir yer oldu. Japonya’nın en milliyetçi başbakanı olarak adlandırılan ve dedesinin de bir savaş suçlusu olarak bu anıtta yattığı söylenen ve birkaç yıl önce uğradığı suikast sonucu öldürülen Shinzo Abe başbakanlığa  seçildiğinde ilk iş olarak bu mabedi ziyaret etmesi, hem Japonya’da hem de Pasifik bölgesinde büyük protestolara neden olmuştu. Ancak onun başlattığı geleneği diğer politikacılar da takip etti. Her ne kadar Shinzo Abe bu ziyaretin resmi bir hükümet veya  devlet ziyareti olmadığını aksine  bireysel bir ziyaret olduğunu söylese de tepkileri önleyemedi.

20. yüzyılın en büyük katliamlarından ve savaş suçlarından birisi olan Nanjing katliamı nedeniyle 1945 sonrası Japonya’nın günümüze kadar hiçbir şekilde Çin halkından veya yönetiminden veya hükümetinden resmi bir özür dilememesi, sadece başbakanların bireysel olarak üzüntülerini dile getirmesi aslında iki  ulus arasındaki en önemli bariyerlerden birisini oluşturmaktadır özellikle Japonya’nın hem resmi anlamda bir özür dilemesi hem de bu dönemi büyük bir övünçle büyük bir gururla ders kitaplarında Japonya’nın yeni nesil kuşaklarına aktarması Çin’de büyük rahatsızlığa neden olmuştur. Öyle ki 2008’de Japonya’nın bu özellikle ders kitaplarındaki tavrı nedeniyle Çin’de Japon mallarına karşı büyük protesto gösterilerine neden olmuş iki ülke arasındaki ilişkiler tarihinde hiç olmadığı kadar dip noktasını görmüştür.

Japon emperyalizmden sadece Çin zarar görmemiştir. Çin kadar zarar görmüş olan diğer bir ulus da Kore’dir. Hem Kuzey Kore hem de Güney Kore, Japon emperyalizminin mağdurlarıdır. İkinci Dünya Savaşı’nda Japon ordusu Koreli kadınları seks kölesi olarak kullanmıştır. O gün bu acıyı yaşayan bir çok Koreli kadın ileri yaşına rağmen o günlerdeki bu acıyı hala  hatırlamaktadır. Güney Kore ve Kuzey Kore de Japonya’dan resmi bir özür bekledikleri gibi aynı zamanda da mağdur olmuş ailelere tazminat vermesini istemektedir.

Bugün Japonya geçmişte Başbakan Shinzo Abe’nin açmış olduğu milliyetçi çizgiden hızlı ve emin adımlarla ilerlemeye devam ediyor. Özellikle son dönemde ABD’nin Pasifik’te var olma ve Çin’i kuşatmaya yönelik stratejilerinde en önemli müttefik ve ortak olarak ön plana çıkmıştır. Önceki Başbakan Kishida tarihinde ilk defa Japonya’nın savunma bütçesini muazzam bir oranda artırmıştır. Daha Shinzo Abe döneminden başlamış olan Japon anayasasının ulusal bir ordu bulundurmasını yasaklayan dokuzuncu maddesinin kaldırılmasına yönelik tartışmaların sonuçlanması beklenmeden Japonya hızla silahlanmaya başlamıştır. Özellikle, ABD’nin yumuşak karnı olan yükselen Çin olgusu ve Kuzey Kore tehdidi Japonya’nın silahlanması için gerekli uygun ortamı sağlamış bir nevi ABD’yi mecbur bırakmıştır. Nitekim, bununla da yetinmeyen Japonya ABD’den Japonya’nın nükleer silah edinmesine izin vermesini talep etmiştir. Dikkat edilirse Japonya “bana nükleer silah ver” demiyor “benim nükleer silah yapmama izin ver” diyor. Uzmanlara göre Japonya bir hafta içerisinde yüzlerce nükleer başlık yapabilecek yeteneğe ve kapasiteye sahip. Hali hazırda hipersonik füze de dahil olmak üzere ABD’nin birçok balistik füzesi ki bunların içerisinde Patriot füzeleri var, aynı zamanda uzay mekiklerinin uzaya çıkmasında kullanılan itici füzeler de dahil olmak üzere birçoğu Japonya'da üretilmektedir. Eğer Japonya’nın önündeki engeller kaldırılırsa çok kısa bir süre içerisinde Japonya, Pasifik in en büyük nükleer gücü haline gelebilir; ancak bu defa da Pasifik’te olası bir nükleer savaş hiç olmadığı kadar yakın bir gerçek haline gelebilir. Pentagon, öteden beri Japonya’nın hem silahlanması hem de nükleer silaha sahip olmasına sıcak bakmıyor. Zira Hiroşima ve Nagazaki’nin bir gün intikamını  almak isteyecek bir nükleer Japonya, ABD’yi  tedirgin edecektir.

Esas merak edilen konu Japon emperyalizmden geçmişte bu kadar zarar görmüş Güney Kore hükümeti kendi halkına rağmen  nasıl olup da Japonya ile Çin’e karşı bir ittifak sürecinin içine girip Japonya’nın Pasifik’teki neo-emperyalist emellerine destek vermektedir. Bugün Japonya’nın tıpkı İkinci Dünya Savaşı öncesi gibi Asya-Pasifik bölgesinin en büyük askeri ve siyasi gücü olmak istediğini bölgeyi okuyan herkes biliyor. Buna rağmen Japonya’nın bu politikalarına omuz vermek herhalde bir yönetim için kendi ülkesine, tarihine ve halkına ihanet etmekle aynı anlama gelecektir. Lakin, bu yönetim yani Cumhurbaşkanı Yoon  Suk Yeol, kendisi de Japonya’yla yaptığı bu ortaklığın ihanet olup olmadığını soran muhalefete Kuzey Kore ile işbirliği içerisinde oldukları suçlaması getirerek olağanüstü hal ilan etmesi, parlamentoyu kapatması ve siyasi partilerin faaliyetlerinin yasaklanması ile cevap vermiştir. Ancak 6 saat süren darbe girişimi halkın ve parlamentonun direnci sayesinde başarısızlığa uğramıştır.

Nisan ayında parlamento seçimlerinde çoğunluğu kaybedip başarısızlığa uğrayan Güney Kore Cumhurbaşkanı şimdi siyaseten  meşruiyetini kaybetmiş, daha önemlisi iki  önemli destekçisi Japonya Başbakanı Kishida ile ABD Başkanı Biden 2025’ten itibaren yoklar.