Diplomasinin nabzı geçtiğimiz hafta tam manasıyla Asya’da attı. İki önemli bölgesel yapı olan ASEAN ve APEC’in zirveleri, Tayland-Kamboçya barış anlaşması ve Trump’ın bölge liderleriyle görüşmesi vardı. Bunun yanında, Trump-Xi görüşmesi ise geçen haftayı diplomasi açısından daha anlamlı kıldı.

Ne ilginçtir ki, Trump, ASEAN zirvesine katılmasına rağmen Asya-Pasifik bölgesinin en önemli ekonomik işbirliği forumu olan ve ABD’nin kurucusu olduğu APEC liderler zirvesine katılmadığı gibi aile fotoğrafında da yer almadı. Trump’ın katılmadığı ama Xi’nin katıldığı ve Batılı medya kuruluşlarının deyimiyle adeta Çin’in bir şovu haline gelen APEC zirvesinde önemli konular gündeme geldi. Özellikle, The New York Times’ın ifadesiyle “Xi'nin, Asya-Pasifik ülkelerine ABD'nin Tarafını Tutmamaları Konusunda Örtülü Uyarıda Bulunması” ve” tedarik zincirini etkileyecek hamlelerden kaçınmalarını” tavsiye etmesi artık Çin’in Asya-Pasifik bölgesinde bir oyun kurucu olduğunu göstermesi açısından önemliydi.

ABD’deki Çin karşıtı lobiler bu gelişmelerden oldukça rahatsız oldular. Özellikle ana akım medya Trump’ın neden APEC zirvesine katılmadığını sorgulamaya başladı. Öyle ki Trump'ın tam da Güney Kore’den ayrılırken ortaya attığı ve içini hala doldurmadığı nükleer silah denemelerini tekrar başlatacaklarını söylemesi biraz da gündemi değiştirmeye yönelik bir adım olarak da görüldü.

Xi Jinping’in APEC 2025 liderler zirvesinde yapmış olduğu “Asya Pasifik'i Dünya Kalkınması ve Refahı için Ortak Girişimin Ön Saflarına Koymak” başlıklı konuşma aslında Asya-Pasifik bölgesinin ve uluslararası sistemin geleceğine de ışık tutuyordu. Xi konuşmasında Hegemonyacılığın yalnızca savaş ve felakete yol açtığını ama adalet ve hakkaniyetin ise küresel barış ve kalkınmayı sağladığını söyledi. Bunun yanında Xi, tek taraflılığın bölünme ve gerilemeye yol açarken, çok taraflılığın küresel zorluklarla mücadele için geçerli bir seçenek olduğuna işaret etti.

Xi konuşmasının sonunda “Çin'e inanmak, yarınlara iyimser bakmak anlamına gelir. Çin'e yatırım yapmak ise geleceğe yatırım yapmak anlamına gelir” şeklinde konuşarak tüm Asya-Pasifik ülkelerine ve Çin’e karşı kuşku duyan diğer uluslara çağrıda bulundu.

Genel olarak Trump’ın Asya- Pasifik ziyareti aslında ezberleri bozan bir ziyaret oldu. Daha başından itibaren Trump farklı bir rota izledi. Örneğin diğer başkanlarda olduğu gibi Hawaii adasına inmedi. Buradaki eski adıyla Pasifik komutanlığı yeni adıyla Hint-Pasifik komutanlığını ziyaret etmedi. Trump’ın uçağı tarifeli uçakların izlediği daha kısa olan Atlantik rotası üzerinden uçmayı tercih etti. Katar’da yakıt molası verdi. Öyle ki, Trump’ın Doha’ya ineceğinden Katar Emiri’nin bile haberi yoktu. Son anda öğrendi. Trump’ın yolculukta rota değiştirmesi aslında Asya-Pasifik politikalarında da bir rota değişikliğinin sinyallerini veriyordu.

Japonya ve Güney Kore, ABD’nin en azından Biden döneminde en iyi müttefikleriydi. Trump, Biden kadar önem vermese de iki ülkenin de gönlünü almayı bildi. Lakin Hint-Pasifik ifadesini pek dile getirmediği gibi ABD’nin bölgesel ittifak zincirleri QUAD ve AUKUS’tan da çok bahsetmedi. Belki de gezinin en dikkat çeken tarafı Güney Kore’nin nükleer denizaltılarına sahip olmasının önünün açılmış olmasıdır. Bu durum açıkça Çin ve Kuzey Kore için bir tehdit oluşturacaktır.

Fakat bu noktada daha tehlikeli bir soru ortaya çıkmaktadır. Japonya’nın nükleer güç olma arzusu ne olacak? Trump’ın yakın dostu ve şüpheli bir suikasta kurban giden eski Başbakan Shinzo Abe’nin en büyük hayali Japonya’nın nükleer bir güç olmasıydı. Şimdi onun yanında yetişmiş talebesi sayılan yeni Başbakan'ın da benzer bir görüşü paylaştığı biliniyor. Biden yönetimi bu talebi zamana yaydı ve kesin bir cevap vermedi. Pentagon, bu konuda pek hevesli değil. Japonya’nın balistik füze üretiminde çok ileri aşamalarda olduğu biliniyor. ABD de başta patriotlar olmak üzere birçok sistemi Japonya’ya ürettiriyor. ABD’nin uzay çalışmalarında da Japonya rol oynuyor. En son ABD, kendi başına hipersonik füzeyi yapamadığı için Japonya ile birlikte bir tane geliştirebildiler.

Trump’ın şu an kafası çok karışık. Trump, para pul hesabı yaparken tarih yeniden yazılıyor ve Çin, boşlukları hızlı bir şekilde dolduruyor. ABD. Orta Doğu’ya ağırlık verirken bir kez daha Asya-Pasifik’i kaybediyor. Tıpkı Bush’un 11 Eylül saldırılarından sonra hem Avrasya’yı hem de Asya Pasifik’i kaybetmesi gibi. Deneyimli bir devlet adamı olan Baba Bush, her ne kadar oğlunu uyarsa da oğul Bush tüm başkanlık hayatını Saddam ve Üsame bin Ladin’in üzerine inşa etmekten geri durmadı. Bugün hem Biden hem Trump geçmişte kaybedilen mevziler için mücadele ettiler, ediyorlar ama Çin, eski Çin değil! Dünya eski dünya değil!

Çok kutupluluk zemininde güçlü ve adil bir BM teşkilatının merkezini oluşturduğu yeni bir dünya anlayışı artık uluslararası toplumda kabul görmeye başlayan bir gerçek. ABD, eski yöntemlerle hegemonyasının devam etmesini isterken, zayıfların tepesine çöküp paralarını alırken Çin, Rusya ve AB hatta Hindistan gibi güçlü ülkelerden bu parayı alamıyor. Bir başka deyişle gözdağı veremiyor. Bu ülkeler 25 yıl önceki ülkeler değil.

Sonuç olarak Çin, ABD için sadece ticari,askeri veya teknolojik bir rakip değil aynı zamanda Amerikan merkezli tek kutuplu uluslararası sisteme de muhalif ve çok kutupluluğu savunan bir ülke. ABD için de aslında diğer üç başlıktan çok Çin’in Amerikan hegemonyasının geleceğini tehdit etmesi varoluşsal bir sorun.