Trump’ın bir hafta süren Asya-Pasifik ziyareti sona erdi. Ziyaretin son ayağında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile Güney Kore’de Busan’da bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmenin ardından adeta kaçarcasına Güney Kore’yi terk etti. Öyle ki kendi kurucusu olduğu APEC zirvesinin bitmesini dahi beklemedi, aile fotoğrafında yer almadı. Oysa Trump’ın APEC zirvesine katılmasını engelleyecek ABD’de herhangi acil bir konu da yoktu.
Al Jazeera’nin yorumunda APEC zirvesine Çin damgasını vurdu. APEC zirvesindeki tartışmalarda Xi Jinping’in ağırlığının hissedildiğine işaret edildi.
Trump Asya-Pasifik turundan eve eli boş döndü. Çantasında ABD’ye getirebileceği hiçbir şey yok. Özellikle, Çin konusu, Amerikan basınına yansıdığına göre büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Tirajı yüksek Amerikan gazeteleri zaten Trump'ın Asya-Pasifik ziyaretinin içinin boş olduğunu daha ziyaret sürerken yazmaya başlamışlardı. Şimdi bunun üzerine bir de Xi Jinping ile görüşmesi eklendi.
İlk başkanlık görevinde Trump “tanrının kendisini Çin’le mücadele etmek için gönderdiğini” söylemişti. Dolayısıyla, Trump’ın bugüne kadar Çin politikalarının geri planında ilahi bir amaç olduğu hep vurgulana geldi. Özellikle ikinci dönem göreve başlamasından sonra sürekli tehdit dilini kullanan bir başkan oldu. Bu tehdit diliyle ülkelerden para koparmaya çalışan bir strateji izledi. Benzer stratejiyi Çin’e karşı da izlemeye çalıştı. Çin'e tarife silahı üzerinden hamle yapmaya çalıştı fakat Çin’den hiç beklemediği daha ağır bir cevap aldı. Örneğin Çin neredeyse ihtiyacının tamamını ABD den aldığı soya fasulyesi alımını durdurdu. Oysa soya fasulyesi üreticisi çiftçiler daha çok Cumhuriyetçi Parti’ye oy veren eyaletlerdeydi ve çoğu Trump’ın destekçisi ve Trump’a oy vermiş kişilerdi. Tek geçim kaynakları olan soya fasulyesinin tek alıcısı Çin’in bu alımdan vazgeçmesi bu çiftçileri ekonomik olarak zor durumda bıraktı. Ekonomik olarak zor durumda kalan çiftçiler de Trump’ı siyasi anlamda zorlamaya başladı. Zira 2026’da ara seçimler var ve Kongre, Cumhuriyetçi Parti tarafından kaybedilmek üzere. The New York Times’ın iddiasına göre Trump’a halk desteği düşmüş durumda. Bu pazar ABD’de seçim olsa Trump Başkan seçilemiyor. Buna karşın Demokrat Parti’nin oyları yükselmeye başladı. 2026’da Kongre’nin kontrolünün Demokrat Parti’ye geçmesi bekleniyor. Şu sıralar Demokrat Parti’de 2028’de Başkanlığa kimin aday gösterileceği tartışılmaya başlandı bile.
Trump, bir arpa boyu dahi yol alamadı!
Trump, bu süreçte seçim kampanyasında söz verdiği hiçbir taahhüdü yerine getiremedi bir başka deyişle bir arpa boyu dahi yol alamadığı gibi çoğu zaman Rusya ve Çin tarafından hatta İsrail tarafından bile küçük düşürüldü. Çin'e karşı yaptığı her hamle özellikle ekonomi alanındaki her hamle misliyle kendisine döndü ve misliyle her bir Amerikalının cebini doğrudan etkiledi.
Trump, kendine çeki düzen vermek yerine Rusya ve Çin’e; hatta tüm dünyaya kabadayılık yapmayı tercih etti. Önce Rusya’ya kağıttan kaplan benzetmesini yaptı. Rusya vakit kaybetmeden cevabını verdi: Kremlin, Trump’a kağıttan kaplan ifadesinin kim için söylendiği konusu içi tarihe bakmasını tavsiye etti. 1950’lerin başında Çinli lider Mao Zedung, ABD’yi kağıttan kaplan olarak nitelendirmiş özellikle bu kavram uzun bir süre anti emperyalist kampta kullanıldığı gibi sol literatüre de geçmiştir. İşte Rusların Trump’a verdikleri cevap bu tarihi gerçekti. Tarih bilgisinin ne derece kuvvetli olduğu ortada olan Trump’ın bu cevabı anlayıp anlamadığı bilinmiyor.
Trump ecel terleri döktü
İki lider arasındaki Busan’daki görüşme son dakikaya kadar Çin tarafından teyit edilmedi. Adeta Çin, Trump’a ecel teri döktürdü. Çin’in bu görüşmeyi ağırdan alma hamlesini Trump ile görüşmenin Xi Jinping’in Amerikan tarafına bir jesti olarak yorumlanması için olduğu açıktı. Gerçekten de ABD’de muhalefet böyle yorumlamaya başladı.
Busan’da ilk defa Çin ile ABD masaya eşit koşullarda ve birbirine denk olarak oturdu. Bu Çin için çok önemli bir gelişmeydi zira 19.yüzyılda ABD, Çin’de açık kapı politikasını hayata geçirerek Çin’in yarı sömürge bir ülke haline gelmesini sağlamıştı. Çin, her zaman ABD tarafından bir müstemleke olarak görülmüştü. 1842-1949 yılları arasındaki dönemi Çinliler “utanç asrı” olarak adlandırmaktadır. (*)
2017’de Çin Komünist Partisi’nin 19. kongresinde Xi Jinping artık utanç asrı kavramının kullanılmayacağını, bunun yerine Çin’in yükselişini simgeleyen Çin yüzyılı kavramının kullanılmasını belirtti ve ilk defa bu kongrede Çin kendisini sorunlu bir büyük güç olarak ilan etti. Bu kongreye kadar Çin kendisini gelişmekte olan üçüncü dünya ülkesi olarak adlandırıyordu.
Çin, Busan’daki görüşmeye o kadar ağırlığını koydu ki Trump, ne Güney Çin Denizi'ni ne de Tayvan’ı gündeme getirebildi. Çin’in ağırlığının yanında Trump’ın da Xi ile görüşmeye Xi’den ve Çin’den daha fazla ihtiyacı vardı. Çünkü Amerikan iç siyasetinde; hatta dünya siyasetinde bu görüşmeyi pazarlaması gerekiyordu.
Trump, tek taraflı dayatmalarla işleri çözmeyi seven yüksek egolu bir lider olarak Xi Jinping’in karşısında süt dökmüş bir kedi gibi oturmak zorunda kaldı. Busan görüşmeleri Çin diplomasisinde yeni bir başarı olarak kaydedilirken, Amerikan diplomasisi için büyük bir aşağılanma olduğu kesindir. Zira Trump, Çin’den adeta af dilenircesine bir pazarlık yürüttü. Amerikan medyasına göre Trump bu pazarlığı elindeki en önemli kozlar olan Tayvan, Güney Çin Denizi ve insan hakları meselelerinden vazgeçerek yapmaya çalıştı ve başarısız oldu.
Sonuç olarak sahte kabadayı Trump, Çin’e kabadayılık yapınca Anadolu’da kullanılan güzel bir tabirle “Çin’den bir araba dolusu dayak yiyip” APEC zirvesini dahi beklemeden ülkesine kaçtı …
(*) Belki de Utanç Asrı kavramın Türkçesi “aşağılanma asrı” olacaktı ama hiçbir ulusun böyle bir nitelendirmeyi hak etmediğini düşündüğüm için bütün çalışmalarımda ve bu yazıda “utanç asrı” kavramını kullanmayı tercih ettim