Bu soru halkımız dahil, dünya üzerindeki tüm halkların yanıt vermesi ve buna uygun politikalar geliştirmesi gereken net bir soru. Batı medeniyeti gemiler inşa edip uzakları keşfetmeye başladığında, sömürgeciliğin tarihini de başlattı. Sanayi Devrimi ile hızlanan kaynak ve pazar ihtiyacı, sömürgeciliğe önemli bir ivme kattı. Yirminci yüzyılın ortalarına kadar da hız kesmeden devam etti. Şunu açıkça belirtmek gerekir ki dünya üzerinde geleneksel sömürgeciliğin son bulmasını sağlayan iki temel akım vardır. İlki milliyetçilik akımlarının yükselişi ve ulus devletlerin doğuşu ise bir diğeri çok net bir biçimde Marksist Düşünce Sistemi’nin doğuşudur. O güne kadar bir ütopya olan sosyalist düşüncenin, reel ekonomik politiğini kavrayan ve buna uygun bir önermede bulunan bu düşünce sistemi, tüm insanlığa başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterdi.

Bugünün dünyasında sürekli bireyciliği öne çıkartan Batılı-Emperyalist İkinci Modernite artık yolun sonuna gelmiştir. Ahlak yok olmuştur. Bireylerin çoğunluğu dolaylı ve doğrudan sömürülürken, “bireysellik” ile ayakta kalmaya çabalamaktadır. Ancak bu nafiledir. Bu düzenin insanlığa verebileceği yegâne şeyin açlık ve ölümden başka bir şey olmadığı artık nettir. İnsanoğlunun başta sorduğumuz soruya bir yanıt vermesi şarttır. Barbarlık mı, insanlık mı? Batılı-Emperyalist İkinci Modernite’nin yarattığı insan, başta Filistin olmak üzere, çocukların çadırlarda bombalanıp yakılmasını, yemek kuyruğunda beklerken kurşunlanmasını veya açlıktan ölmesini çok soğukkanlı bir biçimde canlı yayınlarda izleyip, kılını bile kıpırdatmamaktadır. İşte az önce vurguladığım ahlak kavramının yok olması tam olarak budur. Bugün artık, egemenlerin kurduğu ancak sonuna geldiğimiz bu sistemin parçası olmaya çalışmak, aynı zamanda bu ahlaksızlığa ortak olmaktır. Peki “ne yapmalı”? Tıpkı yirminci yüzyılın başında Lenin’in sorduğu ve yanıt verdiği gibi biz de bu soruya bir yanıt vermeliyiz. İnsanlığın yanında durmalıyız.

Küresel oligarşinin baş temsilcileri İsrail ve ABD’nin bu soruya yanıtı nettir. Onlar bu sistemin devamını arzuluyor. Ancak bu sistemin sonuna geldiklerini gördükleri için de paradigmayı değiştiriyorlar. Düne kadar sermayenin çıkarlarının izin verdiği kadar söyleyebildikleri “hukuk, adalet, demokrasi, özgürlük” gibi kavramların onlar için artık bir anlamı kalmamıştır. Çünkü illüzyon bitmiştir. Kapitalist-emperyalist bloğun yarattığı sanal gerçeklik son bulmuştur. 9 Eylül’deki İsrail’in Katar saldırısı da bunun son ve en net kanıtıdır. İsrail faşizminin yeri geldiğinde “egemen” olduğunu düşündüğümüz ülkelerin egemenliğini de tanımayacağını gördük. Rusya’nın Polonya topraklarında insansız hava aracı uçurmasını yeni bir dünya savaşı için sebep saymaya hazır Avrupa egemenleri, Katar’a yapılan saldırıyı hayli utangaç kınamalarla geçiştirdi. Bugün emperyalizm uluslararası ilişkilerde güçlünün zayıfı ezdiği ve dünyanın geri kalanının da buna rıza göstermesini sağlayacak araçlarını yeniden var ediyor. ABD emperyalizmi, yükselen Küresel Güney’e karşı artık savunmada kalmayacağını ve saldırıya geçeceği mesajını, bakanlıklarının ismini değiştirerek veriyor.

Tüm bu barbarlığa karşın başka bir önerme ise Şanghay İşbirliği Örgütü’nden geldi. Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, örgütün 1 Eylül’de Tianjin’de yapılan toplantısında “Küresel Yönetişim İnisiyatifi” kavramını duyurdu. Öncelleri Küresel Kalkınma, Küresel Güvenlik ve Küresel Medeniyet İnisiyatifleri gibi Küresel Yönetişim İnisiyatifi de günümüz dünyasında biriken sorunların tespitleri ve çözümleri konusunda yol gösterici bir rehber niteliğinde. Başta ABD emperyalizminin müdahaleci tutumu ile çıkmaza giren uluslararası toplumun sorunlarını tespit eden inisiyatif, tüm bu sorunlara çok taraflılığı gözeterek çözüm yolları sunuyor. Egemen eşitlik ilkesi, uluslararası hukuka riayet etme, çok taraflılık, insan odaklı yaklaşım ve somut eylemlere odaklanma, olmak üzere 5 temel başlıkta anlatılan inisiyatif uluslararası kamuoyundan önemli bir ilgi gördü. Küresel Yönetişim İnisiyatifi’nin açıklanmasından iki gün sonra ise Xi Jinping bu sefer tarihi Tian’anmen meydanından dünyaya seslendi. Japon Saldırganlığına ve Faşizme Karşı Kazanılan Zaferin 80. Yıl Dönümünde yapılan askerî geçit töreninde konuşan Xi, çok net mesajlar verdi. Xi konuşmasında özetle, bugün gelinen noktanın sürdürülemeyeceğini ve insanlığın bir tercih yapması gerektiğini söyledi. Xi’nin verdiği mesaj net: “Barış mı savaş mı, diyalog mu zıtlaşma mı, kazan-kazan mı sıfır-toplamlı oyun mu?” şeklindeki sorularla karşı karşıya bulunuyor. Çin halkı kararlılıkla tarihin doğru tarafında, insanlık medeniyetinin ilerici tarafında duruyor, barış ve kalkınma yolunu tereddüt etmeden izliyor ve dünya halklarıyla el ele vererek insanlığın kader birliğini oluşturmak istiyor.”

Xi hem Tian’anmen’de yaptığı konuşmasıyla hem de Tianjin’de açıkladığı Küresel Yönetişim İnisiyatifi ile Çin’in tarihin doğru tarafında duracağını bir kez daha gösterdi. Daha da önemlisi Çin ulusunun bunu yaparken önderinin ÇKP, rehberliğinin de Marksizm ve Leninizm olduğunu da bir kez daha tüm dünyaya haykırmış oldu. Yazının başlığında sorduğumuz sorunun yanıtını Çin, İnsanlığın Ortak Kader Birliği kavramını vurgulayarak verdi. Şimdi sıra bizde.