Gösterime girmesinden bu yana geçen üç hafta boyunca, 16 Ağustos tarihi itibariyle Çin sinemalarında 70 milyon kişi tarafından seyredilen “Nanjing Fotoğraf Stüdyosu” (Nánjīng Zhàoxiàng Guǎn), İngilizce adıyla “Dead to Rights”, bu yaz mevsiminin lider filmi oldu. Çin halkının Japon saldırganlara karşı direniş savaşının zafere ulaştığı tarih olan 3 Eylül 1945’in 80. yıldönümü yaklaşırken büyük sembolik anlam kazanan film, Beijing Film Akademisi mezunu, toplumsal temalı çalışmalarıyla tanınan yönetmen Shen Ao’nun imzasını taşıyor. Oyuncu kadrosunda Liu Haoran, Wang Chuanjun, Gao Ye, Wang Xiao, Zhou Yolu gibi sanatçıları gördüğümüz “Nanjing Fotoğraf Stüdyosu”, Nanjing katliamının gerçekleştiği 1937 yılında geçiyor.
Posta memuru Ah Chang, zorlu günlerde hayatta kalabilmek için bir fotoğrafçı gibi davranarak stüdyoda Japon ordusu için fotoğraflar tab etmektedir. Bu stüdyo aynı zamanda direniş yanlısı Çinli siviller ve askerler için de bir sığınak görevi görür. Fotoğraflar aracılığıyla Japonların Nanjing’de işlediği korkunç suçlara tanık olan Ah Chang ve arkadaşları, bu tanıklığı yaymak, belgeleri dünyaya ulaştırmak için hayatlarını tehlikeye atarlar ve direnişin önemli bir parçası haline gelirler.
Fotoğraflarla iddia-yargı-hüküm
Gerçek olaylardan esinlenen film, 1937’de Huadong Fotoğraf Stüdyosu’nda çırak olarak çalışan Luo Jin’in, Japon ordusunun kentteki vahşetini sergileyen gerçek fotoğraf negatiflerini eline geçirmesiyle yaşananları öykülüyor. Savaşın bitiminde savaş suçlularını yargılamak için önemli kanıtlar haline gelen bu negatifler, Japonların yalanlarına karşı çıplak gerçeği yansıtıyor. Ah Chang’ın tehlikeli, umut ile umutsuzluk arasında gidip gelen mücadelesi giderek tarihi bir önem kazanıyor ve 137 dakikalık “Nanjing Fotoğraf Stüdyosu”, katliamın dehşetini doğrudan doğruya yansıtmadan, iddia-yargı-hüküm üçgenini fotoğraflar aracılığıyla kuruyor. Evet, filmde şiddet ve kan da var ama aşırıya kaçılmamış durumda. Yönetmen Shen Ao, senaryoda imzaları bulunan Xu Luyang ve Zhang Ke, daha çok seyircinin hayal gücüne güvenmişler, Ah’ın kalbine, zihnine ve ruhuna yönelik bir pencere açmışlar. Seyirci, neredeyse her sahnede başkarakterle özdeşlik kuruyor, her adımda onunla birlikte yürüyor. Ah Chang neşeli olduğunda seyirci de bu duyguya bürünüyor; aynı biçimde üzgün ve umutsuz olduğunda seyirci de bundan etkileniyor.
Dünyayı tarihsel travmayla yüzleştirmek
Sürpriz ve şaşırtmacalarla dolu, ritmini hiç kaybetmeyen, uzunca sayılabilecek süresine rağmen sıkılmadan seyredilen, kostüm tasarımından görüntü yönetmenliğine, ışıktan prodüksiyon tasarımına kadar her şeyiyle özgün bir görsel stile sahip bir film “Nanjing Fotoğraf Stüdyosu”. Gerçek ile kurgu arasında mükemmel bir uyum sağlanmış ve ortaya Nanjing katliamıyla ilgili son derece etkileyici, sarsıcı, duygusal bir film çıkmış. Nanjing katliamını doğrudan yeniden üretmek yerine, fotoğrafın ve görsel tanıklığın gücü üzerinden dünyayı bu tarihsel travmayla yüzleştiren, direnişe vurgu yapan, zaferi işaret eden bir hesaplaşma gözüyle bakılabilir bu filme. Shen Ao, hem tarihsel bir anlatı gerçekleştirmiş, hem de görsel bellek ile adalet arasındaki ilişkiyi irdelemiş.
Çinli bir doktor ile Japon eşinin gözünden katliamı anlatan “Don’t Cry, Nanjing” (1995), Japon ordusunun vahşetini çok sert ve rahatsız edici sahnelerle aktaran “Black Sun: The Nanking Massacre” (1995), Amerikan belgeseli “Nanjing” (2007), 2009 Asya Film Ödülleri’nde birincilik kazanan “Nanjing! Nanjing!” (2009), Siemens’in Çin temsilcisi Alman işadamı John Rabbe’nin binlerce Çinliyi Japon ölüm makinesinden kurtarmasını anlatan “John Rabbe” (2009), Zhang Yimou’nun imzasını taşıyan ve katliam sırasında bir kilisede mahsur kalan fahişeler ve kız öğrencilerin öyküsünü anlatan, başrolünde Christian Bale’i gördüğümüz “The Flowers of War” (2011) gibi filmlerden sonra “Nanjing Fotoğraf Stüdyosu” da tarihin bu kanlı ve karanlık sayfasını başarıyla çeviriyor. Tanıklığın ve fotoğrafın gücünü çok iyi anlatan bir film karşımızda.