Suriye’nin güneyindeki ve Dürzi nüfusun yoğun olarak yaşadığı Süveyda ilinde Dürziler ile Bedevi Arap aşiretleri arasında çatışmalar devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde başlayan çatışmalarda her iki taraftan onlarca kişi yaşamını yitirdi, çok sayıda kişi de yaralandı. Süveyda'daki bu çatışmalar, Dürzilerin pozisyonunu ve bölgedeki yeni dengeleri yeniden gündeme taşıdı. Süveyda olaylarının perde arkasındaki gelişmeleri ve Suriye'yi bekleyen süreci Gazeteci Fehim Taştekin CGTN Türk'e değerlendirdi.
Süveyda’da yeni çatışma dalgası
Suriye'nin Dürzilerin yoğun olarak yaşadığı güney vilayeti Süveyda’da birkaç gündür artan çatışmalar, Suriye birliklerinin şehir merkezine girmesiyle yeni bir aşamaya geçti. Gazeteci Fehim Taştekin’e göre bu çatışmalar, sadece yerel anlaşmazlıklar değil; Suriye’nin geleceği üzerinde belirleyici olacak siyasi ve güvenlik hesaplarının da bir parçası:
“Dürziler 2011 sonrası silahlı çatışmalardan uzak durdu, ancak ne cihatçı grupları bölgelerine soktular ne de Esad yönetiminin savaşına aktif şekilde katıldılar. Kendi öz savunma güçleriyle nötr bir pozisyon benimsediler.”
Dürzilerin talepleri ne?
Taştekin’e göre Dürziler, sistemle kopuş değil; temsiliyet ve güvenlik istiyor. Üç temel talepleri var:
"Sivil ve mezhepçi olmayan bir anayasa,
Yerel güvenliğin, kendi bölgelerinde yaşayan gençler tarafından sağlanması,
Kapsayıcı bir hükümet ve devlet kurumlarının yeniden inşası."
Taştekin, ancak bu taleplerin hiçbirinde gerçek ilerleme sağlanamadığını dahası, Dürzilerin hem anayasal süreçlerden hem de siyasi temsilden dışlandığına dikkat çekti.
“HTŞ Güçleri Dürzilere Aşağılayıcı Muamelede Bulunuyor”
Taştekin, Heyet Tahrir el-Şam’a (HTŞ) bağlı milislerin bölgedeki Dürzilere karşı ağır hak ihlallerinde bulunduğunu vurgulayarak “Bıyıklarını zorla kesiyorlar, dini sembollere saldırıyorlar, onur kırıcı davranışlarda bulunuyorlar. Bu eylemler hem toplumu hem dini inançları hedef alıyor.” dedi. Taştekin, Süveyda’daki evlerin yağmalandığı ve şehir merkezlerine havan toplarıyla saldırılar düzenlendiği yönünde bilgiler aldıklarını da söyledi.
İsrail Faktörü: “Koruma Söylemi, Stratejik Hedeflerin Perdesi”
İsrail’in Dürzilere ‘güvenlik garantisi’ verdiği yönündeki açıklamaların perde arkasında başka hesaplar olduğunu belirten Taştekin, bu söylemin Suriye’nin güneyinde tampon bölge oluşturma planlarının bir parçası olduğuna dikkat çekiyor:
“İsrail, Dürzileri korumak bahanesiyle bu bölgeyi askeri olarak kontrol etmek istiyor. Hedef, Süveyda, Dera ve Kuneytra’dan oluşan üç vilayeti Suriye yönetiminin kontrolünden çıkarmak.”
Fehim Taştekin, İsrail’in HTŞ ile görüşmeler yürüttüğü ve olası bir güvenlik anlaşması için zemin aradığı yönünde de iddialar olduğunu vurguladı.
“HTŞ İsrail ile İran'a karşı ortaklık teklif ediyor”
Gazeteci Fehim Taştekin’e göre HTŞ, İsrail’e ortak düşman olan İran ve Hizbullah’a karşı birlikte hareket etme çağrısı yapıyor:
“HTŞ, ABD ve İsrail’e stratejik teklifler sunuyor. İsrail de bu fırsatı değerlendiriyor. Bu, Trump yönetimi için de önemli bir kaldıraç.”
“ABD SDG'ye baskı yapıyor”
Gelişmelerin bir sonraki aşamasında Fırat’ın doğusundaki Kürt bölgelerinin hedef alınabileceğini söyleyen Taştekin, ABD'nin SDG üzerindeki baskısının arttığına dikkat çekerek “ABD, SDG’ye artık bir devlet ya da özerklik vaadinde bulunmuyor. Colani ile bütünleşmeyi, HTŞ’ye entegre olmayı dayatıyorlar. Kürtleri ciddi anlamda sıkıştıracaklar.” diye konuştu. Taştekin, bu bağlamda Rakka, Deyr ez-Zor ve Haseke’de Arap aşiretlerinin silahlandırılarak Kürt yapısının içten çözülmesinin hedeflenmiş olabileceğini vurguladı.
Suriye’nin yeniden yapılandırılması sürecinde Dürziler, Kürtler, aşiretler, İsrail ve ABD gibi birçok aktör, giderek daha karmaşık bir denklem içinde karşı karşıya geliyor. Fehim Taştekin bu konuda, “Ortaya çıkan tablo bize parçalı bir Suriye ihtimalini daha güçlü şekilde gösteriyor. HTŞ'nin 'tek devlet, tek hükümet, tek ordu' sloganı ise yeni bir merkeziyetçi yapı adına askeri zorlamanın habercisi olabilir.” ifadelerini kullandı.
Süveyda’da yaşananlar, Suriye’deki nihai çözümün yalnızca Şam ile değil; bölgesel güçler, uluslararası aktörler ve yerel topluluklar arasında gerçek bir uzlaşıyla sağlanabileceğini bir kez daha gösteriyor.