ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, Başkan Donald Trump’ın doğrudan emriyle Pasifik Okyanusu’nun doğusunda iki gemiye saldırı düzenlediklerini duyurdu.
Hegseth saldırıda gemilerde bulunan 6 kişinin hayatını kaybettiğini, ABD güçlerinden ise herhangi bir kayıp yaşanmadığını açıkladı.
Hegseth, sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı paylaşımda, gemilerin “terör listesinde bulunanlar tarafından işletildiğini” ve “uyuşturucu taşıdığını” iddia etti.
Ancak operasyonların uluslararası sularda gerçekleştirilmesi, ABD’nin askeri eylemlerinin meşruiyetine dair ciddi soru işaretleri oluşturuyor.
Uyuşturucu ile mücadele kılıfında artan askeri müdahaleler
Trump yönetimi, uyuşturucu kartellerini gerekçe göstererek ordunun doğrudan devreye sokulmasını sağlayan bir kararname imzalamıştı.
Bu kapsamda ABD, Venezuela açıklarına denizaltı ve savaş gemilerinden oluşan bir deniz gücü göndererek bölgedeki askerî varlığını artırdı. Savunma Bakanı Hegseth, ordunun gerekirse “rejim değişikliği dahil operasyonlara hazır” olduğunu belirtmişti.
Uzmanlar, Washington’un bu operasyonlarını “uyuşturucu ile mücadele” bahanesiyle meşrulaştırmaya çalıştığını, ancak esas amacın Pasifik ve Karayipler’deki nüfuz alanını genişletmek olduğunu söylüyor.
Bölgesel istikrar tehdidi ve hukuki tartışmalar
ABD’nin Pasifik ve Karayipler’de yürüttüğü bu operasyonlar, uluslararası hukuka ve kuvvet kullanımı ilkelerine aykırı olarak değerlendiriliyor.
Uzmanlar, operasyonların “yargısız infaz” niteliğinde olduğunu, çünkü hedef alınan kişilere hiçbir yargı süreci tanınmadığını vurguluyor.
Analistler, Washington’un bu tür eylemlerinin bölgedeki barışı zayıflattığını ve güvenlikten çok güç gösterisine odaklandığını belirtiyor.
ABD’nin Pasifik politikası: Nüfuz arayışı mı, güvenlik mi?
Pasifik’teki son saldırılar, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını güçlendirme ve Çin’in artan etkisini dengeleme çabalarının bir parçası olarak görülüyor.
Ancak “uyuşturucu ile mücadele” söylemi, bölgesel gözlemciler tarafından artık inandırıcı bulunmuyor. ABD’nin operasyonları, özellikle uluslararası sularda gerçekleştiğinde, egemen devletlerin haklarını ve bölgesel istikrarı ihlal eden agresif bir politika olarak yorumlanıyor.




