Rus Kommersant gazetesi, Donald Trump'ın ABD başkanlığı görevine başlamasının ardından Rusya politikasına dair değerlendirme yazısı yayınladı.

"Trump'ın İkinci Perdesi: Rusya ve küresel düzen için anlamı nedir?" başlıklı değerlendirme şu şekilde:

"Rusya’ya “stratejik yenilgiler” yaşatma fikri, uzun zamandır ABD politikalarının temel taşlarından biri olmuştur. Bu yaklaşım, parti sınırlarını aşarak Beyaz Saray’da hangi yönetim olursa olsun uygulanmaya devam etmektedir. Gerçek farklar ise bu hedefe ulaşmak için kullanılan yöntemlerde ortaya çıkmaktadır. Küresel dönüşüm çağında, Moskova’nın rakiplerinin güçlü ve zayıf yönlerini dikkatlice analiz etmesi kritik öneme sahiptir. Özellikle yeniden iktidara gelen ABD Başkanı Donald Trump’ın yönetiminin ayrıntılarını anlamak, Rusya’nın kendi egemen çıkarlarına dayalı bir direnç ve kalkınma stratejisi oluşturması açısından hayati olacaktır.

Bu, yeni bir oyun değil. 2014 yılında, ünlü Amerikan siyaset bilimci ve saldırgan realizm teorisinin mimarı John Mearsheimer, Foreign Affairs dergisinde “Ukrayna Krizinin Suçu Batı’da” başlıklı bir makale yayımlamıştı. Mearsheimer, NATO’nun Doğu Avrupa’daki stratejik hedeflerinin, Rusya’nın Kırım ve Ukrayna’daki hamlelerini kışkırttığını savunmuştu. O dönemde göz ardı edilen bu görüşler, geçen yıllar içinde yaşanan gelişmelerle doğruluğunu kanıtladı.

2024 Aralık ayına gelindiğinde, Mearsheimer’ın şüpheciliği, Rus filozof Alexander Dugin ile yaptığı ve UnHerd tarafından yayımlanan bir röportajda yeniden gündeme geldi. Mearsheimer, Trump’ın alışılmışın dışında söylemlerine rağmen ABD politikasında anlamlı bir değişiklik yapacağına inanmadığını ifade etti. “Trump, köklü bir Rus düşmanlığına sahip şahinlerle çevrili,” dedi. Trump’ın kişisel görüşleri Washington’un ortodoks çizgisinden farklı olsa da, yönetimini şekillendiren güçler Amerika’nın uzun süredir devam eden hegemonyacı hedefleriyle uyumlu kalmaya devam ediyor.

Trump’ın ilk dönemi, bu paradoksu açıkça ortaya koymuştu. Rusya ile “iyi geçinme” ve hatta Kırım’ı tanımayı düşünme vaatlerine rağmen, bu dönemde pek bir şey değişmedi. Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin altı kez bir araya gelerek yapıcı bir diyalog kurmuş gibi görünse de, ABD politikası Rusya’yı küresel enerji pazarlarından dışlamaya, yaptırımlar uygulamaya ve Ukrayna’yı silahlandırmaya devam etti. Trump, 2023 yılında düzenlediği bir mitingde “Rusya’ya karşı yumuşak davranmakla” suçlanmasına karşı çıkarak, Obama yönetiminin Ukrayna’ya “yastık” gönderdiğini, kendisinin ise “yüzlerce Javelin füzesini” sevk ettiğini gururla dile getirmişti.

Trump’ın ikinci döneminin çok kutuplu ve adil bir küresel düzen getireceğini beklemek safça olur. Trump yönetiminin arkasındaki gerçek güçler – çıkar grupları, şirketler ve bağışçılar – barış arayışına yönelik pek az teşvike sahip. 2023-2024 kampanyası, Lockheed Martin ve Raytheon gibi askeri-endüstriyel devlerden ve Silikon Vadisi’nin girişim sermayesi elitlerinden ciddi destek aldı. Bu güçler, “güç yoluyla barış” olarak yeniden paketlenen sürekli çatışmalardan besleniyor.

Trump’ın jeopolitik öncelikleri açık: Çin’in ekonomik ve teknolojik bir süper güç olarak yükselişini baltalamak ve Rusya üzerindeki baskıyı sürdürmek. Trump’ın dış politika ekibindeki önemli isimlerden biri olan Elbridge Colby, bu stratejiyi Mayıs 2024’te açık bir şekilde ifade etti. Colby, “Soğuk Savaş stratejisinin mantığı bir zamanlar Amerika’yı Avrupa’ya yöneltti; bugün ise Asya’ya odaklanmamız gerektiğini gösteriyor. Çin, ana rakip,” dedi.

Trump’ın dış politika kadrosuna Marco Rubio’nun dahil edilmesi de bu Çin karşıtı odaklanmayı güçlendiriyor. Pekin’e karşı sert eleştirileriyle bilinen Rubio, Çin’in “başkalarının pahasına” dünyanın egemen gücü olma çabalarını uzun süredir vurguluyor. Trump’ın Asya’ya yönelimi açık olsa da, stratejisi Amerikan istisnacılığı ve hegemonyası üzerine kurulu.

İsrail: "Tüm esirler cumartesi serbest bırakılsın" İsrail: "Tüm esirler cumartesi serbest bırakılsın"

Yurt içinde ise Trump’ın ekibi, Amerika’yı bir “kıtalararası kale” olarak yeniden şekillendirmeyi hedefliyor. Modernize edilmiş bir Monroe Doktrini’ni çağrıştıran bu vizyon, Kanada, Grönland ve Panama üzerinde daha fazla kontrol ve Orta ile Güney Amerika üzerindeki etkilerin sıkılaştırılmasını içeriyor. Hedef? Amerika’nın Batı Yarımküre’deki hâkimiyetini güvence altına alarak Çin ve Rusya gibi dış güçleri saf dışı bırakmak.

Teknoloji ve askeri yenilikler bu vizyonun merkezinde yer alıyor. Trump yönetimi, küresel üstünlüğü korumak için yapay zekâ ve çift kullanımlı ileri teknolojilerden faydalanmayı planlıyor. Ancak, kendi iç bölünmeleri ve azalan etkisiyle Washington, bu iddialı stratejiyi başarıyla uygulayabilir mi?

Bu jeopolitik manzara, Rusya için ciddi zorluklar kadar fırsatlar da sunuyor. ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya düzeni şüphesiz zayıflıyor. Çok kutupluluk artık sadece bir ideal değil, bir gerçeklik haline geliyor. Ancak ABD ve müttefikleri sessizce geri çekilmiyor. Bunun yerine, Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore gibi “revizyonist rejimler” olarak adlandırılan ülkelere karşı hibrit savaşlarını yoğunlaştırıyorlar.

Trump’ın söylemleri cesur ve alışılmadık görünebilir, ancak yönetiminin eylemleri öngörülebilir. 2024 MAGA doktrini, gerçek bir dönüşümden çok, her ne pahasına olursa olsun ABD’nin hâkimiyetini yeniden tesis etmeye yöneliktir. Ekonomik baskı, askeri müdahale veya ideolojik duruş yoluyla olsun, hedef değişmez: Washington tarafından dikte edilen bir dünya düzeni dayatmak.

Rusya için yol haritası ise nettir. Egemenliğimizi ve değerlerimizi savunmada kararlı olmalıyız. Hegemonyayı önceleyen Batı’nın aksine, Rusya kendi kaderlerini belirleme hakkına sahip çok kutuplu bir dünya için mücadele etmektedir. Zorluklar büyük, ancak fırsatlar da öyle. Bu yeni büyük güç rekabeti çağında, Rusya’nın kararlılığı test edilecek, ancak halkımıza ve ilkelerimize bağlılığımız bize rehberlik edecektir.