Yokohama’da yakın zamanda açılan bir sergi, Japon İmparatorluk Ordusu’nun Çin’de işlediği korkunç kimyasal savaş suçlarını gözler önüne serdi.
Sergide yer alan rahatsız edici fotoğraflar ve tarihi belgeler, Japon yetkililerin uzun süredir unutturmaya çalıştığı karanlık bir dönemi yeniden gündeme taşıdı.
Serginin organizatörü, Japon hükümetinin halkın savaş hafızasını silmeye çalıştığını belirtti. Organizatör, “Yıllardır bu kanıtları topluyoruz. Amacımız daha fazla insanın Çin’de işlenen suçları fark etmesi ve hükümetin bu gerçekle yüzleşmesini talep etmesidir” dedi.
Ancak dikkat çeken nokta, bu tür etkinliklerin her zaman Japon sivil toplum grupları tarafından düzenlenmesi. Hükümetin kendisi hiçbir zaman böyle girişimlerde bulunmuyor. Bu durum, Japonya’nın savaş geçmişiyle nasıl yüzleştiğini gösteren trajik bir gerçeği ortaya koyuyor. Resmî sessizlik ve aşırı sağın baskıları, gerçeğin peşinde koşan bu sivil grupların önündeki en büyük engeller arasında.
"Ortak anma" fikri
Her yıl Japon yetkililer, II. Dünya Savaşı’nın yıl dönümünü neredeyse aynı ifadelerle kullanıyor. “Ortak anma” söylemi altında, işgalci ile işgal edilen, savaş suçlusu ile sivil mağdur aynı kefeye konuluyor. Bu da Japonya’nın sorumluluğunu örtbas eden bir tür sahte denklik sisinin arkasına saklanmak anlamına geliyor.
Bu durum, Almanya’nın tutumuyla sert bir tezat oluşturuyor. Sadece birkaç gün önce Birleşmiş Milletler’de düzenlenen II. Dünya Savaşı kurbanlarını anma töreninde Alman büyükelçi, Nazizm’in yol açtığı yıkımı açıkça kabul eden ve ülkesinin suçlarını dünya kamuoyunun vicdanına sunan bir özür konuşması yaptı. Almanya, geçmişle yüzleşmenin ancak açık bir suç kabulüyle anlamlı olabileceğini defalarca ortaya koydu. Bu samimiyet, Alman diplomatların küresel platformlarda güvenle konuşabilmesinin de temel dayanağı oldu.
Asya ülkelerinin hiçbiri “ortak anma” fikrine ilkesel olarak karşı değil. Ancak bunun vazgeçilmez bir ön koşulu var. Japonya önce savaş suçu işlediğini kabul etmeli ve bu geçmişle dürüstçe yüzleşmelidir. Doğru bir anma töreni, faillerle mağdurların açıkça ayrılmasıyla başlar. Japonya’nın da, Asya’da işgal ettiği, katliam yaptığı, acı çektirdiği milyonlarca insan karşısında sorumluluğunu üstlenmesi gerekir. Bu insanların talebi basit. Gerçekleri içeren dürüst bir tarih anlatımı ve bunun gerektirdiği asgari saygı.
Bu çağrı yalnızca yabancı eleştirmenlerden gelmiyor. Pek çok Japon da, “ortak anma”nın tarihin üstünü örtmeye ya da tüm acıları eşitleyerek geçmişi çarpıtmaya hizmet etmemesi gerektiğini savunuyor. Savaş suçlularını mağdurlarla bir tutmak, en hafif ifadeyle ahlaki korkaklıktır; daha dürüst bir ifadeyle ise, geçmişi anma adına yapılan acımasız bir parodidir ve yaraları daha da derinleştirir.
Tarihi çarpıtan stratejik ittifaklar
Peki Japon hükümeti neden bu kaçamak tutumu sürdürüyor? Yanıtın bir kısmı Soğuk Savaş’ın inatçı mirasında yatıyor. ABD, komünizme karşı cephe oluşturmak için Japonya’yı ön cephedeki müttefiki haline getirirken, “ters rota” (reverse course) olarak bilinen bir politika izledi. Savaş suçlularının büyük bir kısmı yargılanmadı, militarist rejimin kilit isimleri görevde tutuldu ve istikrar, yüzleşmenin önüne geçti. Japonya, Almanya’nın geçirdiği türden bir ulusal yüzleşmeden kaçınarak, çarpık bir “mağduriyet bilinci” geliştirdi.
Bu yaklaşım bugün de devam ediyor. Stratejik ortam değiştiğinde – örneğin ABD’nin Çin’i çevrelemeye odaklandığı günümüzde – ABD-Japonya ittifakı daha da sıkılaşıyor ve Tokyo’nun “vazgeçilmez ortak” rolü pekiştiriliyor. Bu tür bir durum, Avrupa'da hayal bile edilemezken, Japonya’ya Hint-Pasifik bölgesinde adeta tarihî dokunulmazlık tanınıyor: İttifak çıkarları, tarihî hesaplaşmanın önüne geçiyor.
Almanya’nın açık yüzleşmesi, Japonya’nın sessizliği
Öte yandan, Japonya’da sağcı gruplar siyaset ve medyada güçlü şekilde örgütlenmiş durumda. Bu gruplar sadece utancı reddetmekle kalmıyor, aynı zamanda tarihi açıkça aklamaya çalışıyor; saldırganlığı yüceltiyor, failleri temize çıkarıyor. Sonuç olarak Japonya, komşularıyla gerçek bir uzlaşma kurmakta başarısız kalıyor ve Almanya gibi geçmişiyle yüzleşen bir ülkenin dünyada kazandığı saygıyı elde edemiyor.
Seksen yıl geçmiş olabilir, ama inkâr edilen acılar hâlâ capcanlı. Gerçek, bizi rahatsız ediyor diye tarih yumuşamayacak. Ne kadar bastırılır ve örtülürse, yükü o kadar ağırlaşır. Japonya’nın bu inkârcı tavrı, II. Dünya Savaşı sonrası hesaplaşmayı tamamlanmamış bir projeye dönüştürüyor. Bu ise sadece tarihî revizyonizmi değil, militarizmin yeniden canlanmasını da tetikleyebilir. Bu durum, sadece Asya’da güvenliği tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda kanla kazanılmış olan II. Dünya Savaşı sonrası düzeni ve küresel barışın temellerini de sarsar.
Savaş sonrası kazanımların savunulması, yalnızca bir slogan değildir. Bu, adaletin ve savaş sonrası kurulan uluslararası kuralların korunmasıyla mümkündür. Savaşı başlatan ülkeler, “barışı anma” bahanesiyle sorumluluktan kaçamamalıdır. Tarih küçümsenemez, çarpıtılamaz ya da unutturulamaz. Bu mesele yalnızca tarihî adaletle değil, aynı zamanda mevcut ve gelecekteki uluslararası barış düzeniyle de doğrudan ilgilidir.