Çin Devrimi’nin önderi Mao Zedong, 23 Mayıs 1942’de devrimci üs bölgesi Yenan’da düzenlenen sanat ve edebiyat toplantısında yaptığı konuşmada şöyle demekteydi:
Mao’nun “Çin’de devrimci bir yazara verilecek en büyük onur, Lu Xun’un kazandığı onurdur. Eğer yaşasaydı, kesinlikle ya hapse atılır ya da kafası kesilirdi” dediği, Çin Komünist Partisi üyesi olmamakla birlikte “en büyük devrimci yazar” kabul ettiği Lu Xun (1881-1936) modern Çin edebiyatının kurucu babalarından biri olarak tarihe geçmiş durumda. Çin’in toplumsal, siyasal ve kültürel dönüşüm sürecinde büyük etkisi olan, Batı tarzı modern edebiyatın ülkede gelişmesine büyük katkı sağlayan, keskin toplumsal eleştirileriyle tanınan Lu Xun, feodal düşünceyi, toplumsal adaletsizliği sert dille eleştirmiş, Çin halkını ataletten kurtulmaya çağırmıştı. Özellikle “Ah Q’nun Gerçek Hikâyesi” ve “Bir Delinin Günlüğü” başlıklı öyküleri 1949 devriminden sonra Çin’de zorunlu eğitim müfredatına alınan, eserleri ÇKP tarafından halkın bilinçlenmesi için önemli bir araç olarak görülen Lu Xun, halen Shanghai’daki bir anıt mezarda yatmaktadır.
Ah Q’nun Gerçek Hikâyesi
Çin’in öncü yazarının yukarıda adlarını verdiğim iki öyküsü, geçtiğimiz günlerde Giray Fidan, Aylin Yılmaz Şaşmaz ve Maden Kalkan’ın çevirisiyle İş Bankası Kültür Yayınları’nca ülkemiz okurlarının eline ulaştı. Kitaptaki ilk öykü, 70 sayfalık “Ah Q’nun Gerçek Hikâyesi”. Aralık 1921’de yayımlanan ve Çin’in edebiyatının ilk modern kısa romanı olarak da nitelenen bu öykü, sıra dışı ama o dönemin Çin’i için tipik sayılabilecek bir köylüyü çıkartıyor karşımıza. Ana tema, halkın bilinçsizliği ve kendini kandırma huyu.
Ah Q, Çin’in ücra köylerinden biri olan Weizhuang’da yaşayan, yoksul ve eğitimsiz bir adamdır. Günlük işler yaparak birkaç kuruş kazanır, giysileri yırtık pırtıktır ve köyün Budist tapınağında yatar kalkar. En alt tabakada yer almasına rağmen kendini köylülerden üstün ve köyün zenginleriyle eşit görür, sürekli olarak başına gelen her kötü olayı kendince bir zafer olarak yorumlar. Köylüler tarafından sürekli aşağılanır ve dövülür, ancak her seferinde kendini kandırarak bu durumları “Ben aslında onlardan üstünüm” diyerek küçümser: “İşin tuhafı, dayak yedikten sonra hissettiği rahatlamanın da ötesinde, mutluluktan uçacakmış gibi hafiflemiş görünmesiydi.” Bir süre sonra daha iyi bir hayat umuduyla kasabaya gider ve burada kendini devrimci hareketlerin içinde bulur. Ancak aslında hiçbir şeyi tam olarak kavrayamaz, sadece olayların akışına kapılır. Sonunda yanlış anlaşılmalar sonucunda suçlanır ve idam edilir.
1911 demokratik devriminin Çin’de pek bir şeyi değiştiremediğini savunan Lu Xun, Ah Q’nun her yenilgiyi lehine çevirdiği “ruhsal zaferleri”yle, Çin halkının tarih boyunca karşılaştığı baskı ve zulümler karşısındaki pasif savunmasını eleştirir. Feodal Çin toplumundaki köylü zihniyetinin ve kendini kandıran, yenilgi ve zafer nedir bilmeyen insanların sonradan Çin’de simge/metafor haline gelmiş temsilcisidir Ah Q.
Bir Delinin Günlüğü
Kitaptaki ikinci öykü, 13 sayfalık, ilk olarak Nisan 1918’de yayımlanmış “Bir Delinin Günlüğü”. Lu Xun’un, zihni sürekli insan eti yenmesiyle meşgul olan ve çevresindekilerin kendisini de yiyeceğini düşünen bir delinin günlüğünden notlar olarak kurguladığı bu öykü, feodalizmin insanı kemirmesini anlatır. “Günlüğü okuduğumda, adamcağızın ‘zulüm çılgınlığı’ ya da buna benzer bir şeyden mustarip olduğunu anladım” diyen anlatıcı, delinin ağzından şöyle devam eder:
Tunca Arslan