Kazancakis ve Çin’de zaman

Yunan edebiyatının ölümsüz isimlerinden Nikos Kazancakis’in vakti zamanında Çin’e gitmiş ve bu ülkede hayli şey görmüş geçirmiş olduğunu, Frankfurt’ta yaşayan arkadaşım Selçuk Ülger’in önümüzdeki günlerde yayımlanacak olan “Yetmiş Yıllık Bekleyiş” adlı kitabını okurken öğrendim. Ülger, Frankfurt’ta bir taksi şoförü olarak biriktirdiği, insan ve dünya sıcaklığıyla dolu anılarında Kazancakis’e ve ünlü romanı “Zorba”ya da geniş yer ayırmış, hayranı olduğu yazarı, Girit’i, Ege esintilerini çok hoş bir anlatımla sayfalara taşımış.

Selçuk Ülger’in yazdıklarını okuduktan sonra merakım arttı, küçük bir araştırma yaptım… Aslında bir kez de değil, Çin’e 1935 ve 1957’de olmak üzere iki gezi yapmış Kazancakis. İlk Çin gezisi onun 1930’lu yıllarda bir dizi Doğu ülkesine yönelik seyahatlerinden biri. Yazarın Çin’e yönelik entelektüel ve kültürel ilgisinin yansıması olarak değerlendirilen, Sovyetler Birliği ve Japonya’yı da kapsayan bu uzun gezinin notları “Taçsız Sultanlar/Seyahatname” adlı kitabında derlenmiş.

Alternatif yaşam felsefesi

1935, Çin’in Japon işgali altında olduğu, iç karışıklıklarla boğuştuğu bir yıl ve Kazancakis bu karmaşık ortamda Çin’in kültürel ve felsefi derinliklerine büyük bir ilgiyle yaklaşmış. Özellikle Konfüçyüsçülük, Taoizm, Budizm gibi düşünce geleneklerine hayran olan yazar, Çin halkının sabrından, çalışkanlığından ve doğayla kurduğu ilişkiden de çok etkilenmiş. Modernleşme ve Batılılaşma çabaları ile geleneksel değerler arasındaki çatışmayı gözlemleyen, Çin’in o dönemki toplumsal ve siyasal sorunlarına karşın derin bir ruhani ve kültürel potansiyele sahip olduğunu vurgulayan Kazancakis, Çin’i sadece egzotik bir ülke olarak değil, “insanlığın geleceği için alternatif bir yaşam felsefesi sunan bir medeniyet” olarak değerlendirmiş. Kazancakis, Çin’in Batı’nın materyalizminden farklı bir yol sunduğunu o karmaşa döneminde bile net olarak fark etmiş.

Hem Beijing ve Shanghai gibi şehirlerden hem de kırsal yaşamdan derinlikli izlenimler içeren kitabında, “Çinli insan, toprağıyla birlikte nefes alır; sabrıyla zamanın önünde eğilmez, onu yavaşça dönüştürür. Biz Batılılar zamanı kovalarız, oysa Çinli zamanla dosttur” diyen Kazancakis, Doğu felsefelerine ilgisinin karşılığını bol bol almış Çin gezisinde ve bu hem edebi hem de felsefi düşünce dünyasında izler bırakmış. Zamana ve insana dair bir iki alıntı daha yapalım:

“Bir Çin köyünde duraksadığımda, toprak yolların kenarındaki bambuların arasında yavaşça yürüyen yaşlı köylüler gördüm. Sedir ağaçlarının gölgesinde çay yapraklarını elleriyle tek tek seçiyorlar; her hareketlerinde zamanla ve ritimle dans ediyor gibiler. Gözlerinde, bin yıllık sabır ve zarafet vardı; yüzlerinde bir bilgelik çağlıyordu. Bu, ‘zamana meydan okumadan zamanı kucaklamış insanların’ yüzüydü.”

“Çin, yavaşça dönen bir çark gibidir: sabırla, dikkatle, biraz da tutkuyla döner. Biz Batılılar saatin mekanizmasını hızla sökmeye çalışırız; oysa Çin, saati elinden geldiğince büyük bir özenle kurar ve zamanı hizmetine koşar.”

Büyüleyici ve tehlikeli cazibe

Çin’de sıra dışı bir enerjiyle karşılaştığını söyleyen Kazancakis, bu enerjinin hem bedensel hem zihinsel boyutta büyüleyici bir güç olduğunun altını çiziyor. Çinli kadınlardan da çok etkilenmiş Yunan yazar:

“Yanımdan geçen Çinli bir kadın, siyah ipek cüppesinden zarif bir fısıltı gibi akıyordu. Bu giysi açıldığında beden, kılıç keskinliğinde bir soğukluk ve parlaklık yansıtıyor; gözleri güneşin ya da ay ışığının altında çekik, soğuk ama karşı konulmaz bir çekicilikle ışıltılıydı. Karanlık bir güzelliğin, tıpkı mitolojideki Kirke gibi büyüleyici ama tehlikeli bir cazibeyle örülü haliydi.”

Ve Yasak Şehir’in anlattıkları:

“Beijing’de Yasak Şehir’i dolaşırken bir imparatorluğun sessiz ihtişamıyla karşılaştım. Büyük avlular, kırmızı duvarlar ve altın kubbe gölgeleri arasında insanlar yok gibi; zaman burada ritim değiştirmiş. Her taş, her kapı hayat ve güç üzerine bin yıllık bir hikâye anlatıyordu. Bu mimari, hem geçmişin sessizliğini hem de geleceğin gizli bekleyişini içinde barındırıyordu.”

Kazancakis’in 1957’de karısı Eleni’yle birlikte Çin hükümetinin resmi davetlisi olarak gerçekleştirdiği ikinci gezi ise trajik biçimde noktalanıyor. Gezinin bitiminde dönüş yolculuğuna çıkmadan önce bir aşı yaptırıyor, kolu şişiyor, kangren oluyor ve Almanya-Freiburg’da bir klinikte tedavi görürken hayatını kaybediyor.