Dünya

Çin’in Latin Amerika politikası: Monroe hattına karşı alternatif

Çin, uzun bir aradan sonra Latin Amerika ve Karayipler politikasını güncelleyerek bölgeye bakışını yeniden tanımladı. Pekin’in dili, kalkınma, egemenlik ve karşılıklı fayda vurgusu üzerinden ilerlerken, ABD’nin güvenlik merkezli ve hegemonik ilgisiyle keskin bir karşıtlık dikkat çekiyor.

CGTN Türk Dış Haberler Servisi

Çin’in bu hafta yayımladığı Latin Amerika ve Karayipler Politikası Belgesi, Pekin’in bölgeye dair anlayışını açık ve sistemli biçimde sahneye taşıdı. Belge, bölgeyi Washington’ın geleneksel dilinde olduğu gibi bir etki alanı ya da ikincil bir çevre olarak değil, Çin’in küresel ortaklık mimarisinin kalıcı bir parçası olarak tanımlıyor. Yaklaşık on yıla yaklaşan bir aranın ardından gelen bu metin, Pekin’in Latin Amerika’ya bakışının geçici bir açılım değil, kurumsallaşmış bir strateji olduğunu vurgulama ihtiyacının ürünü olarak öne çıkıyor.

Metnin dikkat çeken yönlerinden biri, Çin’in bölgeye yönelik anlatısını ideolojik bir meydan okuma üzerinden değil, tarihsel süreklilik ve karşılıklı ihtiyaç söylemi üzerinden kurması. Latin Amerika ve Karayipler, Çin tarafından ekonomik dinamizmi yüksek, toplumsal dönüşümü devam eden ve küresel dengelerde ağırlığı artan bir coğrafya olarak resmediliyor. Bu çerçevede işbirliği, siyasi uyumdan çok kalkınma, altyapı, kültürel temas ve ticari entegrasyon başlıkları etrafında ele alınmakta Buna karşın metin, bu yumuşak dili kullanırken kendi kırmızı çizgilerini de saklamıyor; özellikle egemenlik vurgusu ve tek Çin ilkesi, ortaklığın çerçevesini belirleyen temel koşullar olarak net biçimde ortaya konuyor.

Çin’in yaklaşımı, özellikle “siyasi şart içermeyen işbirliği” söylemi üzerinden, bölge ülkelerinin uzun süredir dile getirdiği bir rahatsızlığa hitap ediyor. Güney Çin Denizi ya da Tayvan gibi sert jeopolitik başlıklar bu belgede geri planda tutulurken, Latin Amerika dosyası daha çok ticaret, finansman ve bağlantısallık üzerinden anlatılıyor. Bu tercih, Pekin’in kendisini ideolojik bir rakipten ziyade pratik bir ortak olarak sunma stratejisinin parçası. Bölge başkentlerinde bu dilin karşılık bulmasının nedeni de tam olarak burada yatıyor; Çin, ABD ile ilişkilerde sıkça hissedilen koşulluluk ve müdahalecilik algısının karşısına daha esnek bir çerçeve koyuyor.

ABD’nin “Batı yarımküresi”: Hegemonik yaklaşım artık belgede

Washington’ın aynı dönemde yayımladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi ise Latin Amerika’ya çok farklı bir pencereden bakıyor. Belgede “Batı Yarımküre” kavramı, ekonomik işbirliğinden çok güvenlik ve kontrol ekseninde ele alınıyor. Monroe Doktrini, tarihsel bir referans olmaktan çıkarılarak güncellenmiş bir stratejik ilke gibi sunuluyor. Metin, ABD’nin yarımküredeki önceliğinin rakip güçlerin etkisini sınırlamak olduğunu açıkça ortaya koyarken, bu hedefi bölgesel istikrar ve düzenin korunması söylemiyle gerekçelendiriyor. Bu yaklaşım, Çin’in eşit ortaklık vurgusuyla bilinçli bir karşıtlık oluşturuyor.

Strateji belgesi, yalnızca dış aktörlere yönelik bir caydırma mesajı içermiyor; aynı zamanda bölge ülkelerinin iç siyasi dengelerine dair net bir tercih de ortaya koyuyor. Washington, kendi stratejik öncelikleriyle uyumlu hükümetleri destekleme niyetini saklamıyor ve bu desteği ekonomik, diplomatik ve güvenlik araçlarıyla pekiştireceğini ima ediyor. Böylece Monroe Doktrini, tarih kitaplarında kalan bir kavram olmaktan çıkıp göçten ticarete, askeri varlıktan enerji hatlarına kadar uzanan geniş bir araç setiyle yeniden tanımlanıyor.

Pekin “işbirliği” ABD rejim değişikliği peşinde

Bu yaklaşımın en sert yansımalarından biri Venezuela dosyasında görülüyor. Yaptırımlar, diplomatik baskı ve askeri sinyaller, Washington’ın Caracas yönetimine karşı izlediği çizginin yalnızca söylemle sınırlı olmadığını gösteriyor. Çin’in aynı dönemde “barış” ve “kalkınma” vurgusunu öne çıkarması, bu karşıtlığı daha da görünür kılmakta.

ABD’nin bölge siyasetinde “uyumlu hükümet” arayışı, yalnızca açık kriz dosyalarında değil, seçim süreçlerine dair tartışmalarda da hissediliyor. Honduras örneğinde ortaya atılan müdahale iddiaları, Washington tarafından reddedilmiş olsa da, bu tür suçlamaların hızla meşruiyet kazanabilmesi bölgedeki tarihsel hafızayla doğrudan bağlantılı. ABD strateji belgelerinde yer alan ifadeler, bu kuşkuların tamamen temelsiz olmadığını düşünen çevreler için güçlü bir referans noktası oluşturuyor.

Brezilya, Kolombiya ve Şili gibi ülkelerin geçmiş deneyimleri de bu hafızayı besliyor. Askeri darbelerden güvenlik ortaklıklarına uzanan süreçlerde ABD’nin oynadığı rol, bölge siyasetinde kalıcı izler bıraktı.

Washington’ın güvenlik merkezli yaklaşımı ile Pekin’in ekonomik ortaklık dili arasındaki fark, yalnızca bugünün jeopolitiğini değil, geçmişin mirasını da yansıtıyor.