Çin Doğal Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Çin Denizcilik İşleri Enstitüsü, ABD’nin “seyrüsefer serbestliği” uygulamalarını hedef alan kapsamlı bir hukuk raporu yayımladı.
Raporda, ABD’nin bu kavrama yüklediği anlamın uluslararası hukukta hiçbir temeli olmadığı, bunun askeri baskı aracı olarak kullanıldığı ve hukukun kasıtlı şekilde çarpıtıldığı vurgulandı.
ABD'nin kendi hukukunu dayatma çabası
Rapora göre, ABD'nin “seyrüsefer serbestliği” anlayışı, kendi uydurduğu kavramlar ve tek taraflı olarak oluşturduğu örfî hukuk standartlarına dayanıyor. Bu yaklaşım hem mevcut uluslararası hukukla hem de birçok ülkenin uygulamalarıyla açık şekilde çelişiyor. ABD'nin temel amacı ise, diğer ülkelerin egemenlik ve yetki alanlarını daraltmak, kendi hak ve özgürlük alanını ise hukuki sınırlamalardan bağımsız biçimde genişletmek.
Eski Çin Denizcilik İşleri Enstitüsü Direktörü Zhang Haiwen, raporun tanıtıldığı basın toplantısında yaptığı açıklamada, bu çalışmanın amacının ABD’nin "hukuk maskesi altındaki hegemonik uygulamalarını" ifşa etmek olduğunu belirtti. Zhang, raporun profesyonel ve kapsamlı bir analizle ABD’nin iddialarının uluslararası hukuk temelinden ne kadar uzak olduğunu ortaya koyduğunu söyledi.
11 hukuki başlıkta inceleme
Raporda ABD’nin 1979'dan bu yana sürdürdüğü “Seyrüsefer Serbestliği Programı” çerçevesindeki faaliyetleri, 11 temel hukuki başlık altında değerlendiriliyor:
- Savaş gemilerinin zararsız geçiş hakkı
- Yardım amacıyla giriş
- Transit geçiş
- Takımadalar arası geçiş yolları
- “Uluslararası sular” kavramı
- Adaların hukuki statüsü
- Düz esas hatlar
- Uzak takımadalarda esas hatlar
- Münhasır ekonomik bölgelerde (MEB) askeri faaliyetler
- Hava savunma tanımlama bölgeleri (ADIZ)
- Tarihsel sular
Bu başlıklar temelinde ABD’nin seyrüsefer uygulamalarının uluslararası hukuk ilkelerini ihlal ettiği, hatta hukukun gelişimini çarpıttığı ifade ediliyor.
Rapora göre, ABD “uluslararası sular” ve “açık deniz koridoru” gibi deniz hukukunda yeri olmayan kavramlar icat ederek kıyı devletlerinin egemenlik haklarını sınırlamaya çalışıyor. Bu tür tanımlamaların özellikle Taiwan Boğazı gibi stratejik bölgelerde Çin’in egemenlik iddialarını zayıflatmayı hedeflediği belirtiliyor.
ADIZ konusunda çifte standart
Rapor, ABD’nin hava savunma tanımlama bölgeleri (ADIZ) konusundaki çifte standartlarına da dikkat çekiyor. ABD, kendi askeri uçaklarının başka ülkelerin ADIZ bölgelerinde serbestçe faaliyet gösterebileceğini savunurken; Çin’in benzer faaliyetlerini “tehdit” veya “provokasyon” olarak nitelendiriyor.
Örneğin ABD, Çin’in Doğu Çin Denizi ADIZ’ine sık sık uçuş düzenlerken, Çin’in Japonya, Güney Kore ya da ABD ADIZ’lerinde gerçekleştirdiği rutin uçuşları ihlal olarak gösteriyor.
ABD, Taraf olmadığı sözleşmeyi yorumluyor
ABD’nin, tarafı olmadığı Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni (UNCLOS) kendi çıkarları doğrultusunda yorumladığı da raporda öne çıkıyor. Washington, sadece işine gelen maddeleri benimseyerek sözleşmeye tarafmış gibi hareket ediyor. Bu esneklik, ABD’nin “seyrüsefer serbestliği” anlayışını hukuki sınırların dışında geliştirmesine olanak tanıyor.
Raporda yer verilen örneklerden biri de 13 Ağustos’ta Çin’in karasuları olarak gördüğü Güney Çin Denizi’ndeki Huangyan Dao açıklarında yaşandı. Çin Halk Kurtuluş Ordusu, Çin’in izni olmadan bölgeye giren USS Higgins adlı ABD destroyerini bölgeden çıkardı. Bu tür eylemlerin bölgesel istikrarı bozduğu, gerginlikleri tırmandırdığı ve deniz-hava kazalarına yol açabileceği uyarısında bulunuldu.
1979'dan bu yana süregelen müdahaleler
Rapor, ABD’nin 1979 yılında Carter yönetimi altında başlattığı “Seyrüsefer Serbestliği Programı”nın kapsamını da gözler önüne seriyor. 1979-1992 arasında 35 ülkeye karşı 110’dan fazla diplomatik protesto yapılmış, 1993’ten itibaren ise her yıl ortalama 15 ülkeye karşı seyrüsefer operasyonları yürütülmüş.
Raporun araştırmacılarından Doç. Dr. Zheng Zhihua (Şanghay Jiaotong Üniversitesi Japonya Araştırmaları Merkezi), Çin’in uluslararası hukukun “silah haline getirilmesine” karşı olduğunu vurguladı. Zheng, ABD’nin denizcilik çıkarlarını abartarak diğer ülkelere baskı uygulamasının, güvenlik ile özgürlük arasındaki dengeyi bozduğunu ve uluslararası düzende belirsizlik yarattığını ifade etti.