AB-Çin Zirvesi üzerine notlar

Geçtiğimiz hafta Avrupa Birliği (AB) ve Çin arasında Pekin'de bir zirve gerçekleştirildi. Bu zirvenin AB-Çin diplomatik ilişkilerin kurulmasının 50.yıldönümünde gerçekleştirilmesi ayrıca önemliydi.

Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile görüştükten sonra Başbakan Li Qiang ile bir araya geldi. AB Dış ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas da toplantıya katılan AB yetkilileri arasındaydı.

Zirvede ikili ilişkilerin tüm yönleri ve küresel ve jeopolitik konular ele alındı.

Ticaret ve AB'nin Çin'e verdiği ticaret açığı bir tarafa bırakıldığında zirvede dört ana başlık gündemi oluşturdu. Birinci başlık Ukrayna savaşıydı. AB, savaşın yalnızca Ukrayna için varoluşsal bir tehdit değil, aynı zamanda küresel güvenlik için de bir tehdit oluşturduğunun altını çizdi. AB, BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olarak Çin'in kurallara dayalı uluslararası düzeni, BM Şartı'nı ve uluslararası hukuku koruma konusunda özel bir sorumluluğu olduğunu yineledi.

AB, Çin’in Rusya’nın askeri-endüstriyel kompleksini ayakta tutan yegâne güç olduğuna işaret ederek Çin'den, Rusya’ya verilen desteğin kesilmesi istendi.

Bu konuda ilginç bir gelişme de AB, Kuzey Kore'nin Rusya'nın Ukrayna'daki savaşını desteklemek için asker ve silah tedarik etmesinin, Avrupa ve Doğu Asya'daki güvenlik için önemli riskler oluşturduğunun altını çizerek Çin'i BM Şartı ilkelerine dayalı olarak Ukrayna'da adil ve kalıcı bir barışı desteklemek için nüfuzunu kullanmaya teşvik ederek bir nevi isim vermese de Xi Jinping'in merkezinde güçlü bir BM olan Küresel Güvenlik girişimi vizyonuna işaret etmesi oldu.

Görüşmelerde ikinci başlığı insan hakları oluşturdu. İnsan hakları konusu 1989 Tiananmen öğrenci olaylarından bugüne AB'nin Çin'e karşı en önemli silahı oldu. AB, insan hakları silahını Çin'e karşı her koşulda kullandı. Öyle ki, insan hakları silahı zaman zaman jeopolitik zeminde pazarlık aracı olarak dahi kullanıldı. AB, insan hakları silahını uzun yıllar Türkiye'ye karşı da kullanmıştı!

Diğer bir başlık ise iklim değişikliği ve çevre sorunları oldu.

Son başlık ise kurallara dayalı uluslararası sistem ve çok kutuplu sistem oldu. AB, hem uluslararası kurallara dayalı sistemden bahsederek bugünkü mevcut 1945 sonrası kurulan ABD önderliğindeki liberal düzenin devam etmesini ve muhafaza edilmesini savunurken aynı zamanda çok kutuplu sisteme de atıfta bulunması aslında AB'nin başından beri içinde bulunduğu o çelişkili süreci de göstermektedir. Özellikle Trump'ın yönetime gelmesiyle birlikte AB'ye yönelik hasmane tutumu, AB'yi bir müttefikten çok rakip olarak görme arzusuna rağmen AB'nin ABD'nin dümen suyunda gitmeye çalışması dikkat çekicidir.

Buna rağmen AB kendi güvenlik mimarisini kurma adına önemli girişimlerde de bulunmuyor değil ancak bu güvenlik mimarisinin temelini oluşturan tehdit algılamasına bakıldığında bu algının çerçevesinin de yine ABD tarafından çizildiği görülmektedir. Bir başka deyişle ABD'nin tehdit ve dost algılamasını kopyalayan bir AB güvenlik kimliği şekillenmektedir. Çin'in sıklıkla gündeme getirdiği yüzyılın büyük bir meydan okumaları olarak adlandırdığı değişikliklere yönelik AB bireysel bir politika geliştirmek yerine AB'nin çizdiği çerçeveyi takip etmeye çalıştığı da görülmektedir.

Geçtiğimiz mart ayında AB Komisyonu başkanı Avrupa’nın yeniden silahlandırılması projesini ve stratejisini açıkladı. 100 milyarlarca avroluk yeni savunma ve silahlanma projesi ve stratejisi tehdit olarak sadece Rusya’yı değil aynı zamanda da Çin’i de gördüğünü gösterdi. Yeniden Avrupa’nın silahlanması stratejisiyle ilgili yayınlanan belgelerde Rusya’yla birlikte Çin’in de tehdit olarak adının geçtiği görüldü.

Son dönemde, özellikle, gümrük tarifesi üzerinde Trump'ın AB ve Çin’e yönelik hasmane politikaları bu iki gücü ABD'ye karşı ortak bir zeminde bir araya getirebilir beklentileri de boşa çıkmış oldu. Halbuki AB'nin küresel gücüne karşı "önce Amerika vizyonu" ile önemli bir sekte vurmaya çalışan Trump'ın bu hamlesine karşı AB'nin en güçlü savunma refleksi Çin’le ilişkileri daha da geliştirmesi olabilirdi; ancak AB bu yolu tercih etmeyerek geleneksel olarak ABD'nin çizdiği rotada zorluklara rağmen devam etmeyi tercih etti.

Sonuç olarak, AB-Çin zirvesi AB açısından dostlar alışverişte görsün modunda geçti ve Çin’in ilişkilerde yeni bir sayfa açma, yeni bir dönem başlatma beklentisi ve arzusunu karşılamadı. AB, hala yeni bir dünyanın doğmakta olduğunu görmemek için direnmekte ve modası geçmiş eski dünyada ısrar etmektedir. Çin'in anlatmaya çalıştığı AB'nin ise duymak istemediği gerçek de bu...